Üyelik Girişi
Site Haritası
Önerilen Siteler

R. G. 78. Altmışyedinci Tecelli: Tevhid Namazı=Miraç

78. ALTMIŞYEDİNCİ TECELLİ: TEVHİD NAMAZI=MİRAÇ

- Ya Gavs… Miracı olmayan namazları yoktur BENİM İNDİMDE… Ve o namazdan mahrumdur.

Miraç, “Hakk’ı müşahede” ve “mutlak tevhid” idrakidir. Hakk’ı hem uluhiyet hem hüviyet tevhidi ile idrak etmektir. “TEK VÜCUD HÜVİYETİNDE ALLAH’IN ULUHİYETİNİ MÜŞAHEDEDİR MİRAÇ”. Bu nedenle “Rabbımı gördüm” denilerek müşahededen ve “Miraçtan sordum” denilerekte kelam sıfatından bahsedilmektedir. “Miraç Benden gayrından uruçtur” denilerek tevhid ve kişinin nefsi hakikatinin Hakk’ın “ayn”ı olduğunu idrak olduğunu açıklamaktadır. İlmi hakikatinden (ayan-ı sabite) dünyaya inerek örtülen vasıfların, tekrar “uruç” ile idrak edilerek örtülen vasıfların, tekrar “uruç” ile idrak edilerek Zatına yönelme ve Zata Vuslat kastedilmektedir. “Uruç” ile hem nefsi hakikatine ulaşılır hem de MUTLAK TEVHİD’e. Uruç nefs mertebelerinin ve tevhid mertebelerinin irfan ile geçilerek KÜNHÜ ZATA ulaşmaktır. Miraçın kemali bu nedenle müşahededir. Miracın kemali “VAHDETİ VÜCUD ŞUHUDU” dur. Ayrı bir makalede bahsedilmiştir.

Hakk’ın gayrı zannedilen şeyler, zanlardaki ve vehimlerdeki düşüncelerdir. Hakk’ın tevhid edilememesi ve bilinmemesidir. Bilinmesinin yolunu ise Efendimiz “Nefsine arif olan Rabbına arif olur” hadisiyle açıklamıştır. Nefsine ve Rabbine arif olanın MİRAÇ’ı tamamlanır. Şöyle bir idrak, müşahede ve tevhid anlayışı gerçekleşir.

ALLAH, TEK VÜCUD ( NEFS) HÜVİYETİ İLE ZATIYLA KAİM VE BATIN, VÜCUDUYLA MEVCUD, SIFATIYLA MUHİT VE TECELLİ, ESMASIYLA MALUM VE TECELLİ, KUDRETİYLE FAİL, FİİLİYLE ZAHİR, ESERLERİYLE MEŞHUD, BATINI İLE SIR alemlerin her zerresinde OLARAK ULUHİYETİNİ SERGİLEYENDİR. Alemlerde O (Hu) vardır. Mertebeleri vardır. Mertebeleri oluşturan ise O’nun isim ve sıfatlarıdır. Eşyanın hakikatine vakıf olmakla bahsedilen MUTLAK TEVHİD’e nefsinde ulaşır insan. Nefsinde uluhiyet ve hüviyet tevhidine ulaşarak Hakk’ı kendinde ve alemlerde müşahede eder. Hakk ile “hüviyet beraberliği” ve “tecelli hüviyeti” ile temsiliyet özelliği idrak edilir.

Efendimizin Miraç’tan yaşadığı hitap bu mertebede anlaşılır. O’na yapılan “Dur! Rabbin namaz kılıyor” hitabıyla Efendimiz, nefsi hüviyetinde Hakk’ı görmüş, aynı zamanda nefsinde alemlerin dürülü olduğunu müşahede etmiş, NEFSİ HÜVİYETİNDE ALLAH’ın ULUHİYETİ’ni müşahede ederek uluhiyet ve hüviyet tevhidini NEFSİNDE yaşamıştır (HU HU ALLAH HU SIRRI).

“Namaz müminin miracıdır” diye belirtilen bu müşahededir ve NUR vasfını anlatır. Namaz tüm taayyün ve tecelli mertebelerini bünyesinde bulunduran tevhid eylemidir. Zirvesi ise bahsedilen MUTLAK TEVHİD idraki yani “VAHDETİ VÜCUD ŞUHUDU” dur. Bu nedenle miraç gerçekleştiğinde namaz “göz nuru” olup, müşahede gerçekleşir. Hakk, Zatıyla Zatını Dehr içinde seyretmekte ve mertebelere sırayet ederek, her nefiste tecelli ederek onunla hüviyet beraberliği içindedir. Bu nedenle “iman nerede olursan ol Allah’ın seninle olduğunu bilmendir” buyurulmuş ve “Nerede olursanız O (HU) sizinle beraberdir” (Hadid/4) ayetiyle bu hakikat gözler önüne serilmiştir.

Bu hakikat ve sırlara ulaşmak için irfan yolu eğitimi (seyr-i suluk) şarttır. Bunun başkaca bir yolu yoktur.

Miraç, tevhid ve müşahede olduğundan ancak bu sırra ulaşanlar HAKK’IN İNDİNDE ZAT NAMAZI kılmaktadır. Miraç namazında O ve mertebeleri vardır. Mertebeleri ise isim ve sıfatları olup O’ndan ayrı değildir. O’nun izafetleri ve itibarlarıdır. Miraç namazında O ve mertebeleri müşahede edilir. Bu nedenle MİRAÇ NAMAZI aynı zamanda TEVHİD NAMAZI dır. Kelime-i Şehadet bu nedenle İslamın temel düsturu, namazda dinin direğidir.

Namaz Allah’ın huzuruna girmektir. Namaz kalpte dürülü nefsi natıka ile Rabbine yönelmektir. “Allah’ın benzeri yoktur. O semi ve basırdır” (Şura/11) ayetinin hakikatiyle O’nunla olmaktır. Namazda tecelliye muhtaçlığın ve acizliğin itirafı vardır. Ancak O’nun tecellisi ile var olduğunun idrakiyle, Allah’ın alemlerden müstağni ve zengin olduğunun idraki vardır. “Ben, Beni zikredenle beraberim” kudsi hadisinde her tecellide O’nunla olduğunun idrakine ulaşmaktır. Genel anlamda salat (namaz), rahmet ve merhamet etmek demektir. Namazın tümü bu nedenle rahmettir. Er-Rahman ve Er-Rahim esmalarının açığa çıkışı, Allah’ın erhamürrahimin oluşudur. Namazdaki kişi O’nun kelamıyla Rabbine münacat etmektedir. Allah namazdaki kişiyi “kul” olarak adlandırmış, ona abdiyet mertebesinde tecelli etmektedir. Namazdaki kişiyi “halife” kılmıştır. Namaz kılan kişi bu nedenle Rabbine münacat eder, Rabbiyle konuşur. Kişi bu nedenle Rabbi için başkasıyla konuşursa yinede Rabbiyle konuşmuş olur.

Peygamber Efendimiz (sav) “Benden gördüğünüz gibi namaz kılınız” buyurmuştur. Bu nedenle namazdaki kişi sünnetle amel etmektedir ve namazın bir hakikatide sünnetle amel etmektir.

Namazda kişi yüzünü, zatını Allah’a çevirmiştir. Zuhuru Allah’tandır, “Allah ile” dir, Allah’adır. Fiili, Allah’la beraberdir. Zira “Ben beni zikredenle beraberim” buyurmuştur Allah. Namazı Allah’ın hüviyetiyle Zatı içindir. Yönelme Allah’la başlar, Allah’a bağlıdır. O’nunladır. “Sanki O’nu görüyormuş gibi ibadet et” emrine itaat etmektir. Euzu besmele farzdır. Fatiha ise zorunludur. Namaz kılan kişi Rabbiyle münacat eder (konuşur). Allah kendisiyle nasıl konuşacağını ve hangi sözle münacat edeceğini ona bildirir. Allah kazandığı her şeyle her nefsi gözetir ve hakkını verir. Nefs, kemaliyle daim ilerleme yolunda olmalıdır. Nefsin hakikati Kuran’ın sırrından olduğundan, hakikatini nefse hatırlatmak amacıyla namazda Kur’andan başka bir şeyin okunması uygun olmamıştır. Tevhid ise bu hakikatin özünü oluştur. Bu nedenle namaz kılan kişi kıblesinde Rabbıyla yüz yüze bulunur.

Ayetlerin mertebeleri kul, Rab ayrışmasını sağlayan sınırlardır. Bu nedenle Hak ile sözlerle konuşulurken huzur ve bilinç sahibide olunmalıdır. Zira Allah hallerin tümünü içine alır. “Ben kulumun zannı üzereyim” buyurarak, kişinin hayalindeki yüzlede onunla olur. Kul bu nedenle Allah’ın amelini bu yüzle döndüreceğini bilir. Kul bu nedenle namazında Allah’tan gafil olmamalıdır. “Allah bilinci” yolunda eğitimini ve irfanınıda arttırmalıdır. Batını manasıyla namazda temiz elbise giymek, kalbi temiz tutmak, nefsi tezkiye etmek demektir. Zira Hakkı barındıran bu kalptir. Allah “Yere, göğe sığmadım mümin kulumun kalbine sığdım” buyurmuştur. Elbise Allah’ın kalbe, nefsi natıkaya olan isim ve sıfat tecellilerini temsil eder. İstenilen nefs temizliği ise kötü ahlaktan iyi ahlaka yönelmek ve bütün işleri sahibine havale etmektir. Allah şöyle buyurur; “Bütün iş O’na döner, O’na ibadet et” (Hud/123).

Namaz kılan O’nun kelamıyla O’nunla konuşur. Bu suretle iş O’na döner. Kul, Kur’andan duaların en yetkini ile O’na yönelip, ibadet etmiş olur. Zira zahir, batın, evvel, ahir O’dur. Bu özelliği ile kulun varlığında da, hakikatinde de O vardır. Kul kendi nefs mertebesinde ilahi hüviyeti temsil eder. Bu nedenle Hz. Resul (sav); “Namazım, orucum, hayatım ve ölümüm Allah içindir” buyurmuştur. Bu fiiller kulun varlığı olmaksızın ortaya çıkmaz. Kul mertebesindeki zuhurla mümkündür. Bu nedenle bu fiiller kula izafe edilir. Her şey “Alemlerin efendisi Allah içindir”. Kuldan zuhura çıkış Allah içindir. Yaradılış gayeside budur. Buna göre O’nu bilir ve O’na ibadet eder ve Rabbinden bir kanıta sahip olur. Bu açıdan Allah’ı bilenlerin ve namazdaki insanların mertebeleri farklılaşır. Nefsini bildiği kadar Rabbını bilir. Bu farklar kişilerin nefslerinde taşıdığı ilim ve sıfatlar değiştikçe farklılaşır. Kur’an okuyan Allah ile beraber olandır. Çünkü Kur’an zikirdir ve zikreden “Allah ile” dir. “Ben, beni zikredenle beraberim, Onunla oturanım” buyurulmuştur. Ayette ise “Beni zikredin bende sizi zikredeyim” (Bakara/152) buyurur.

Kul Allah’ı zikredince, Allah’da kulu zikreder. Allah isminin zikriyle kul, Allah’ı tüm isim ve sıfatları ile zikretmiş olur. Allah’da tüm isim ve sıfatlarının tecellisi ile onu zikreder. Ona varlık verir. Kulun zikrine yönelmiş olur. “Bismillah” (Allah ismi ile, aracılığı ile, içinde) bu nedenle her hayrın başıdır. Zira Besmele İlahi Zatın Allah ismiyle zikredilmesidir. Zira Besmele de Allah’tan başkası zikredilmez. Allah ise tüm alemleri varlığında barındırır. Kul bu nedenle Hakkı tevhid etmiş ve çoğaltmamış olur. Fatiha bu birlik ve tevhid halinde açığa çıkan ilahi isim ve sıfatlarının farklılıklarını kapsar. Bu açıdan “Fatiha’sız namaz olmaz” buyurulmuştur. Vahdette kesreti, kesrette vahdeti kapsayan suredir Fatiha. Kişiyi bu idrake ulaştırması amaçlanır. Bu nedenle kul “amin” dediğinde tüm ilahi isim ve sıfatlarda “amin” diye cevap verir. Zira onları açığa çıkaran meleklerdir. Ahlaklandığı ilahi isimler ile “amin” diyen kişi “Allah’ın ahlakı ile ahlaklanma” yolunda olan kul olmuş olur.

Namaz kılan Rabbiyle, onun önünde ayakta durduğunda Hakkın her şeyi bilfiil var etmesi yani “Kayyum” özelliğiyle ilişkilenmiş olur. Hakkın tecellisi ile var olan, Hayy ve Kayyum vasıflarını taşıyan olmuş olur. Bu tecellinin Hakk kaynaklı olduğunu idrak ettiğinde, Hakka karşı rüku ve secdeye varır. Zira tecelli varlığı ile Haktandır. Hakk her türlü övgünün, hamdın kaynağıdır, sahibidir. Bu nedenle tesbih Rabb ismiyle ilişkilidir. Rab ismi, Rabbı olacağı kişiyi ve mevcudu talep etmektedir. Rab ismiyle tesbih bu anlamda Kul ve Allah arasında izafidir. Arife düşen ise herkesin ve her şeyin diliyle Rabbı tesbih etmektir. Bu durum ise bir yönüyle Hakka bir yönüyle kula bir yönüyle de alemlere ve yaratılmışlara yöneliktir. Bu yönüyle yapılan ve söylenen her kelam Hakk’a çıkar, bir yönüylede alemlere o sözü, kelamı yani Kuranı ulaştırmış olur. Yani kelam kişinin hem kendine, hem alemlere yönelerek Allah’a ulaşmış olur. Her nefis Allah kelamını kendi nefis mertebesinden alemlere Hakk kanalıyla sunmuş olur. Bu ise namaz kılanın Hakktan kazandığını alemlere sunmasıdır ki “manevi zekat” hükmünü taşır.

Bu açıdan “namaz ve zekat” bir çok ayette beraber zikredilmiştir. Zira “Allah ile” “Allah adına” “Allah’ın kelamı” alemlere ulaştırılmıştır. Halife olduğu hususta bir bakıma budur. Bu nedenle namaz bir halifelik eğitimidir aynı zamanda. Zira namazdaki kişi ancak kendi nefs mertebesinde ve onun altındaki varlıklara sözünü ulaştırabilir. Bu ise kendi nefs mertebesi düzeyindeki halifeliktir. Namaz ve irfan ile bu mertebeyi geliştirmek ise “halifelik eğitimi” dir. Bu kişiler gerçek manada halife olup, alemlere rahmet olurlar. Halife olarak Hakkın kelamını alemlere ulaştırırlar. Bu ulaştırış ise Hakkın kulla olan birlikteliği ile batının zahire, zahirin batına kelamı sunmasıdır. Bu nedenle namazda Allah’a sadece kendi sözleriyle münacaat ettiğimiz gibi; bize indirdiği Kur’an ve Sünnetle bize bildirdiği namazda söylemesi gerekli ifadelerle Allah’a dua edebiliriz.

Kul “elhamdülillah” dediği zaman makam-ı uluhiyete; “iyyakenabudu” ile makam-ı rububiyete; “iyyekenestain” ile makam-ı rahmaniyete; “ihdinas sıratel müstekim” ile makam-ı rahimiyete; “sıratellezine enamte aleyhim gayril mağdubi aleyhim veladdallin” ile makam-ı malikiyete münacaat edip yönelir. Kul “amin” der ve kayyumiyete müşterek olur ve “billah” (Allah ile, aracılığıyla) zuhuruyla namazda olmuş olur. Rüku ve secde fenafillah makamıdır. Kulun aczini ve fakrını isbat eder. Teşehhüd (Tehiyyat) ise Hz. Resulullah’a (sav) tazim ve tekrimdirki cem-ul cem makamıdır. 

Hakiki namaz yedi kısımdır

1. Cismani namaz: Kötü fiillerden nehyeder
2. Nefsi namaz: Kötü ahlaktan nehyeder.
3. Kalbi namaz: Malayani şeylerden ve gafletten nehyeder.
4. Sırri namaz:  Eşyanın hakikatini gösterir.
5. Ruhi namaz: Kalbin Hak sıfatlarıyla sıfatlanmasını gerektirir. İyi ahlaki vasıflarla süslenmeyi gerektirir.
6. Hafi namaz:  Enaniyetin (Benliğin) Hakk’a ait olduğu zuhura çıkar. Brimsel benliğin zuhurundan nehyeder.
7. Zati (ahfa) namaz: Bekabillah zuhurudur. Zikir, zakir, mezkur birleşir. Müşahede hasıl olur. Nefsi natıkanın aslına ulaşıp, Hakkın Zatıyla isimleri ve sıfatlarının tecellisi altında olduğunun idrakiyle “abduhu ve resuluhu” hakikatine ulaşmaktır.

Namazın kılınması, varlığın en yetkin şekilde ortaya çıkarılması nefsi natıkayı aslına ulaştırıp, sahibine teslim etmek demektir. Kişinin nefsindeki özellikleri Allah’a sunması ve Allah’ın bu “malum bilgi” üzerinde O’nunla rahmet kaynaklı bir arada bulunmasıdır. Zira “Allah’ın rahmeti her şeyi kuşatmıştır” ve namaz sırf rahmettir. Rahmeti gazabını geçmiştir. Allah’ın salatı (namazı), kullarına rahmetle muamele etmesidir. Hakkın salatı, tam namaz olduğundan, rahmetide tam olarak gerçekleşir. Hak, kulun nefsiyle Hakka verdiği “malum bilgi” üzerinden, en iyi şekilde kulla birlikte olmakdır. Bu nedenle namaz dosdoğru kılındığında “namaz taşkınlık ve kötülükten alıkoyan” (Ankebut/45) bir namaz olur.

Cenabı-ı Hak kudsi hadiste şöyle buyurmuştur.

“Ben namaz suresi olan Fatiha’yı kendimle kulum arasında ikiye böldüm. Yarısı Benim yarısı kulumundur. Kulumun istediği hakkıdır, ona verilecektir”

Kul “Elhamdülillahi Rabbil alemin” (Her türlü övgü, medih, sena, minnet, teşekkür Allah’a mahsustur) dediği zaman Allah: “Kulum bana hamdetti” der. Kul “er-Rahmanirrahim” dediği zaman Allah: “Kulum beni genel ve özel merhametle andı, sena etti” der. Kul “Maliki yevmiddin” (Hesap ve ceza gününün sahip ve hakimidir) dediği zaman, Cenab-ı Hak; “Kulum beni tazim etti, ululadı” der. Bir defasında Resulullah “kulum işini bana havale etti” der buyurdu. Kul “iyyeke na’budu ve iyyeke nestain (İlahi! Biz ancak sana ibadet eder ve senden yardım dileriz) dediği zaman Allah; “Bu iş Benimle kulum arasındadır. İbadet Bana, yardımda kuluma aittir. Kulumun istediği ve isteği verilecektir” der. Kul “İhdinas sıratel müstakim. Sıratellezine enamte aleyhim gayril-mağdubi aleyhim veleddallin” (Bizi doğru yola ulaştır. Nimetine ermişlerin yoluna. Gazabına uğramayanların, azıp sapmayanların doğru yoluna ilet Ya Rabbi) dediğinde Allah; “İşte bu kulumundur. Kulumun istediği hakkıdır ve ona istediği verilecektir” buyurur.

Peygamber Efendimiz (sav): “Benim gözümün nuru namazda kılındı” buyurmuştur. Çünkü namaz müşahededir. Müşahede ise Allah ile kulu arasında söyleşmek ve tekleşen irtibattır. Bu nedenle “Beni zikredin, bende sizi zikredeyim” (Bakara/152) buyurulmuştur. Namaz Allah ile kulu arasında yarı yarıya bölünmüş ibadettir.

Bundan dolayı namazın yarısı Allah’a ve yarısı kula mahsustur. Yukarıdaki kudsi hadis bunu açıkça ifade etmektedir. “Gözümün nuru namaz” buyurması, namazın müşahede olması dolayısıyladır. Kişi sevdiğini gördüğü zaman “gözü aydınlanır ve nurlanır. Allah Teala “Ben, beni zikredenin arkadaşıyım” kudsi hadisince, Hak kendisini zikredenle birlikte olmuş olur. Bir arada olan ise birbirini görür. Namaz ise Allah-kul birlikteliğini getirdiğinden ve yukarıdaki kudsi hadiste belirtildiği gibi “Fatiha” ile bu irtibat sağlandığından, Peygamberimiz (sav) “Fatihasız namaz olmaz” buyurmuşlardır. Fatihayı okumayan kimse Allah ile kulu arasında söyleşme ve sözleşme olan namazı eda etmemiş olur. Namaz karşılıklı sözleşmek olduğundan, zikirdir. Hakkı zikreden kimse ise muhakkak Hakk ile birlikte oturan olur ve Hakk onun birlikte oturanı olur. Çünkü kudsi hadisle gelen ilahi haberde “Ben, beni zikreden kimseyle birlikte oturanım” buyurur. Ve bir kimse görüş sahibi olduğu halde, zikrettiği kimseyle birlikte oturanı olsa, kendi arkadaşını müşahede eder. Bu görüş elde edilinceye kadarsa, Allah’ı görüyormuşçasına O’na ibadet eder. Bu ise ihsandır. Bu görüş kişinin nefsinin arınması itibariyle mertebeler ile ilişkilidir. “Namaz göz nuru” olana kadar O’nu görürcesine iman ile ibadet etsin ki o müşahede mertebesine gelsin. Bu ise nefsi bilme ve irfan ile sağlanacak bir eğitim ile olur.

Zikir olan namazda her kim Hakk’ı zikrederse Allah’da onu kendi nefs mertebesinde zikreder. Zira Allah nefislerde olanı bilendir. Namaz sırf rahmet olduğundan Allah kula nefsini tezkiye edecek ve onu daha ileri götürecek ilmi, irfanı ve bilgiyi namazda iken ilham eder. İyiliğini ve kötülüğünü nefse ilham ederek namaz kılana yardım eder. Hemde bunu namaz kılana kendi dilinden yapar. O Hakkı Hakkın diliyle zikrederken, Hakkda ona anlayacağı ve idrak edebileceği şekilde kulu zikreder. Bu ise sırf rahmettir. Zikreden bu suretle Hakkı müşahede eder. Bu müşahede maddi suretlerin müşahedesi gibi hissi değildir, zevki ve hali bir müşahededir. Hakkın zevk ile müşahedesi sadece insana mahsus bir özelliktir. İşte namazdaki müşahede ve rüyet budur. Zevki ve ilmi bir müşahededir. Bu müşahedenin zevki nefs arındıkça ve ilim arttıkça artar. Zirvesi ise “göz nurunun” müşahedesidir. Arif olan kişi bu müşahedeyi hem zevken hem ilmen hem hissen tadan kişidir. Peygamber Efendimiz “göz nurunun” tüm müminlerde oluşabileceğini şu hadisle bildirmiştir: “Müminin ferasetinden korkun. Zira o, Allah’ın nuru ile bakar”

Böyle “göz nurunu” müşahede eden arif tek başına namaz kıldığında, kalp, sır, hafi, ahfa gibi manevi kuvvetleri ve vücuduyla, kendi has alemine ve kendisi ile beraber arkasında namaz kılan meleklere imam olur. İşte böyle bir kişi tam olarak Allah’ın halifesi ve vekili olmuş olur. Kul zahirde tek başına namaz kılıyor gibi görünsede, batında kendi zahir ve batın kuvvetlerinden ibaret alemine ve kendisine vekil kılınmış olan meleklere imamdır. “Ne var Ademde o var alemde” hükmünce alemler ile de irtibat halindedir. Allah’ın hukukuyla, Allah’ın kelamını alemlere vekil olarak ilan eden imamdır. Bu durumda imam Allah’ın halifesi olur ve bu kimse “Semiallahu limen hamideh” dediği zaman, eğer tek başına namaz kılıyorsa kendi nefsine ve kendisiyle beraber namaz kılan meleklere ve zahirde beşer cemaatine imam ise insanlara hamd eden kimsenin hamdini Allah’ın işitmekte olduğunu haber verir. Bu haberi getiren Allah’ın halifesi ve vekilidir. O’na uyan cemaat ise “Rabbena lekel hamd” buyururlar.

Göz nurunu müşahede eden arif kişinin namazının yüksek derecesine dikkat et. Zira böyle bir namaz insanı Allah’ın halifesi ve vekili konumuna yükseltir. Böyle namaz kılmayanlar, kendi mertebelerinde nefslerinin arınma düzeyine göre Hakkı zevken idrak edendir. Kendi nefs mertebesinin halifesidir. Allah ise onun mertebesini yükseltendir. Arif kişi ise her nefs mertebesine, Allah’ın halifesi ve vekilidir. Bu nedenle “alemlere rahmet” tir. Böyle bir namazda, yani müşahede mertebesinde namazda, kulun zatı, Hakkın Zatı, kulun sıfatlarıda Hakkın sıfatlarıdır. Kul sevilmiş ve “Ben kulumun gören gözü, işiten kulağı, söyleyen dili, tutan eli, yürüyen ayağı olurum” mertebesine yükselmiştir. Kulda tecelli eden Hak olmuş olur. Kul, zuhur mahalli olmuştur. Tecelliyi yansıtan ayna olmuştur. Kul namazda bu tecelliyi Hakça alemlere yansıtan ayna mesabesindedir.

Nitekim Mesnevi’de geçmektedir ki; “Bir kimse çok ibadet ederdi. Şeytan onun nezdinde gelip ona dediki: “Sen bu kadar ibadet ediyorsun. Hak Teala tarafından sana “Lebbeyk” hitabı geldimi? O kimse: Hayır diye cevap verdi. Şeytan: O halde niçin sana cevap vermeyen bir mabuda ibadet edip duruyorsun? Dedi. O kimse ibadeti terk etti. Hak Teala Hızır (as)’ı gönderip onun lisanı ile o kimseye: Niçin bizim ibadetimizi terk ettin? Buyurdu. O kimsede “Bu kadar ibadet ettiğim halde bir kere olsun “Lebbeyk” hitabına nail olmadım” dedi. Cenab-ı Hızır (as) buyurduki: her vakit sana cevap veriyor, geliyor. Fakat sen anlamıyorsun buyurdu. Senin Allah, Allah demen bizim sana “Lebbeyk” ile icabet etmemizdir. Bütün bu senin yanıp yıkılman bizim peykimizdir. Sonuç olarak kulun Hakk’ı zikri, Hakkın kulu zikretmesidir. Kul namazda Allah’ın tecellisi altında Allah’ı zikretmekte, Allah’da onu zikretmektedir. Hakkın tecellisi lütuf ve ihsan yoluyla olduğunda, namazdaki zikri ve müşahede lütuf ve ihsan yoluyla olur. Nefs tezkiye edilerek Allah’ın lütfuyla “göz nuru namaz” yolunda yol katedilmiş olur. Kişi nefsine bakarak namazdaki derinliğini ve Hakkın indindeki yerini tespit edebilir. Bu suretle namaz nefs muhasebesinde, nefs ile cihadıda bünyesinde bulundurur.

Allah “Ben kulumun zannı üzereyim” buyurarak her namazda namaz kılanın nefsi ilmi düzeyinde tecelli eder. Kişi bu bilgilerle Hakkı bilir. Nefsindeki ilmi arttıkça, Allah-kul ilişkisi sağlıklı temellere oturtulur. Bu ise nefsi bilmek ve irfan yolunda sabırla yürümekle mümkündür. Bu nedenle kul Hakkı belirli kayıtlarla kayıt altına almamalı ve O’na mutlaklık yönüyle ibadet etmelidir. Mutlak ilahlık yönüyle ibadet olunan Allah kula mutlaklık yönüyle tecellide bulunacaktır. Bu suretle kula “Rabbimiz, Sen her şeyi rahmetle ve ilimle kuşatansın” (Mümin/7) hükmüyle tecelli edecektir. Zira Allah bir kayıtla sınırlanmaz. O her şeyi kapsar ve her şeyle beraberdir. Her şeyden kulla birlikte olduğundan ona sıratı müstakim üzere hidayet eder.

Bir hadiste şöyle denilir: “Nurdur O, nasıl görebilirim?” Bazı raviler hadisi “Nuranidir, O’nu görürüm” şeklinde düzeltmiştir. Bu şekilde kulunu nur yaptığında, Hakk kendisinde ve kendisinden görülür. Bu esnada sadece nurani olabilir. Öyleyse Hakk kendinde Nurdur, kulunda ise nuranidir. “Gözümün nuru namaz” buyurması O’nu nur olarak müşahede ettiğinin delilidir.

Allah kendini zikredenlerle birlikte oturacağını, olacağını bildirir. Hakk seninle olursa, ya ilahi bir göz sahibi olur Hakkı müşahede edersin; ya da böyle bir göz sahibi olmaz ve iman yoluyla O’nun seni gördüğünü müşahede edersin. Bu durumdaki insan, tıpkı bir âmâ gibi, kendisini görmese bile falancanın onunla oturduğunu, onunla birlikte olduğunu bilir. Bu “sanki onu görmek” demektir. Gören ise namazın bütün fiillerinde kendisini hareket ettirici yani O’nunla olduğunu müşahede eder. Görmeyen ise kendisini hareketlendiren birisi bulunduğunu duyumsar, fakat iman duygusuyla yoksa görme yoluyla değil. İşte sanki onu görürsün ifadesinin anlamıdır. Çünkü zikretmek ile kul Allah’ın kendisiyle oturduğunu, olduğunu bilir. Hakkı müşahede ederken konuşmayı bir araya getirerek “Allah ile” konuşmuş, kelam etmiş olur. Allah kelamı ise evrenseldir, tüm alemleri içine almaktadır. Kur’an ile insan alemlerle Hak ile irtibat halindedir. Müşahede etmeyen ise perdeli olarak kelam etmektedir.

Maddi ve manevi bütün iyilikler, nefislerin sadakasıdır. Müminin bu konuda kendi arzusuyla değil, Rabbinin yasasıyla ve hükmüyle hareket etmesi gerekir. İnsan bir sadaka vereceği zaman, önüne ilk çıkacak muhtaç kendisi olacaktır. Zira Allah gani insanlar fakr içinde aciz ve muhtaçtır. Namaz kılan insan “Peygamberden gördüğü şekilde namaz kılarken” Allah’ın yasa ve hükmüne uymuş, Kur’an, zikir, tesbih, tekbir ve dua ile nefsine sadaka vermiş, bu suretle nefsini tezkiye ettiği için “zekat” hükmü manevi olarak gerçekleşmiştir. Nefsi tezkiye edip, kötülüklerden arındırmak, nefsin zekatıdır. Allah’ın üzerimizdeki payıdır. Nefsi kendi hakikati olan Allah’ın nuruna ve Kur’anın sırrı makamına yükseltmiş olmaktadır. “Namaz nurdur” hadisiyle nefsin sonradan edindiği kötü ahlaki vasıflardan arındırarak onu asli nur haline ulaştırmak “kişinin zekatı” olacaktır. Bu nedenle “namaz ve zekat” birçok ayette birlikte zikredilmiştir. Kişi manevi arınmayı nefsinde gerçekleştirdiği ölçüdede, maddi zekatını vermesi mümkün olacaktır. Kişi namazda nefsiyle beraberken Allah ve kelamı aracılığı ile alemlerlede irtibat halindedir. Bu nedenle “nefsin mertebesindeki nuru” Kur’an vasıtasıyla alemlerede aktarmaktadır. Bu kişinin Allah’ın rahmeti altında iken, kendi nefsi mertebesi düzeyinin alt mertebelerine rahmeti yayması demektir. Zira kul namazda Besmele ile Allah adına konuşmakta, Allah’ın kelamını kendi mertebesinden aleme yaymaktadır. “Ne var alemde, o var Ademde” hakikati gereği kendi bünyesinde alemlerle irtibat halindedir. Allah namazda kuluyla birlikte olduğundan ve Allah’da alemlerle birlikte olduğundan Allah adıyla, Allah’la namazda olan kul alemlere de rahmet olmaktadır. Tabi ki kendi nefsi mertebesinden. Hz. Muhammed (sav), insan-ı kamil olarak nefsi natıkası itibariyle en mükemmel olarak bu irtibatı sağladığından “alemlere rahmet” olmaktadır. O’nun ahlakıyla ahlaklanan her nefsi, varisi olması itibariyle alemlere rahmet olmaktadır. Bu insanın Allah indindeki değerini çok iyi açıklamaktadır. “Ben onun konuşan dili, yürüyen ayağı, duyan kulağı, gören gözü vs. olurum” buyurarak insan-ı kamili kendi yerine “halife” ve “vekil” tayin ettiğini buyurmuştur. Ayrıca “Allah Ademi kendi suretinde yarattı” ve “Allah Ademi Rahman suretinde yarattı” buyurarak kamil insanın kendi indindeki değerini açıklamıştır. Kamil insan tüm mertebeleri bünyesinde bulundurduğundan, o mertebelerden “alemlere rahmet” olmakta; diğer insanlarda kendi nefs mertebelerinden alt mertebelere rahmet olarak “nefslerinin manevi zekatını” alemlere sunmaktadırlar.

“Beni zikredin bende sizi zikredeyim” (Bakara/152) buyurarak Allah’da hem kulun nefsini kendi haline göre zikretmekte ve Allah olarak alemlerdeki o nefs mertebesindeki tüm mevcudlarıda zikretmektedir ki bu “rahmet” üzere olmaktadır. Bu namazdaki özel ve genel rahmet dolayısıyla, Allah sabır ve namazla kendisinden yardım dilememizi istemektedir. Fatiha suresi bu rahmeti alemlere yaymaktadır. Bu suretle Kur’an özü Fatiha ile Allah’ı zikrederken, Allah’da kulu özel olarak ve genel olarakta fiili Kur’an, tafsili Kur’an olan alemleri ile anmaktadır. Kul namazda Allah’ın halifesidir ve vekilidir. Allah “İyilikte yardımlaşın” (Maide/2) ve “takvada yardımlaşın” (Maide/2) emirleriyle hem zahir, hem batın olarak bunu insanlığa mal etmiştir. Allah “Sizi kendisinde halife yaptığı şeylerden infak ediniz” (Hadid /7) buyurarak bunu bize emretmiştir. Namazda kişi nefsindeki özellikleri Kur’an ve zikir, dua ile Allah’tan almakta, aldıklarının halifesi olmakta, bunu hem kendi hem alemlere sunarak manevi olarak zekat ve sadakasını infak olarak yerine getirmektedir. Yani Allah’ın malında Allah adına tasarrufta bulunmaktadır. Bu tasarruf vekil olarak Allah adına infaktır. Mal ise Allah’ındır. Bu emaneti yerli yerine hem zahir hem batın olarak yerine getiren Allah’ın emini olmaktır.

Zekatta Allah’ın tasarrufumuza verdiği emanetleri ehline vermemiz emredilmiştir. Manevi zekat bilinci oluşan kişide ise maddi zekatını vermek hal halini alır. Bu özelliğini sadaka ile genişletir. Namazda bu özellikleri unutarak gafil olarak kılmak ve namaz dışındaki hallerini düzeltmeyenlere ise Allah şöyle der: “Namaz kılanlara yazıklar olsun Onlar namazlarından gafildirler” (Maun/4-5). Namazlarından gafil olanlar ise, namazlarında Allah ile “Allah adıyla” bulunduğunu unutanlardır. Halifelik hakkını eda etmeyenlerdir. Zira namazdaki her fert, kendi nefs mertebesinden halifedir. “Allah ile” beraberliğinin hakkını vermek ve kendini ve alemleri daha ileri taşımak bilincinde olmaktır. Gaflet ise Allah’tan habersiz olmaktır. Bu nedenle en seçkin namaz kılanlar Allah’la Allah’ı en iyi bilenlerdir. Bu nedenle “İlim her kadın ve erkek her Müslümana farzdır” buyurulmuştur. Zira herkes ilmi ölçüsünde amel ve ibadet eder. Zekat ve sadaka eş anlamlı infak sözüdür. İnsan sadakayı, onun adına bereketlendirmesi için Allah’a borç verir. Bu nedenle “Sadaka Rahmanın eline düşer” buyurulmuştur. Sadakaya en iyi tasarruf eden ise Allah’tır. Onu yerli yerine ulaştırır. Zekat ve sadaka ise nefsin temizlenmesi ve arınmasıdır. Nura ulaşmasıdır. Bu ise yapılan amelde Allah’ı müşahede etmeyi sağlar. “Allah ile” amel işlendiğinin bilincini insanda oluşturur.

Allah namazda ve diğer hallerde bu suretle senin nefsinin arınmasını temin ederek, sana fayda sağlar. Allah’la, O’nu görürmüşçesine ibadet eder. Namaz müşahedeyi getirdiğinden bu yolla Hakkı müşahede eder ve miraç olan namaz oluşur. Amellerinde Allah’tan başkasını müşahede etmez olur. Bu ise nefsin arınıp kamil-zekiye nefs olması aslı olan Allah’ın nuru ve Kur’anın sırrı olan makamına kavuşmadır. Kur’an-ı natık olmasıdır. Kuran-ı natık olan kamil insan ise “Allah ile”, Allah adına” kelam eden, amel işleyen kişidir. Kendi nefsinde ve alemlerde O’ndan başkasını müşahede etmez. Bu nefsin sahibi kurtulmuşlardan ve nefsini bilerek ve sahibine teslim ederek Müslümanlardan olur. Tüm varlığın Allah’a ait olduğunu müşahede eder. Namazıda Allah’a ait olup, ubudet halini alır. Bunu belirten ayette “Nefsi tezkiye eden (zekatını veren, arındıran) kurtuluşa ermiştir” (şems/9) buyurulur. Nefsini ve varlığını Allah’a verir, varını Allah’a satar, Hakkta fani olur. Böyle bir nefse Allah’ın tecellisi “beka” üzerine olur ve Allah’la baki olur. “Nefsini tezkiye eden kurtulmuştur” (Şems/9) ayetinin anlamı budur. Bu tezkiye irfan yolu ve namaz vasıtasıyla gerçekleşir. Miraç yoludur. Sonu ise Hakkı müşahededir. Bu nedenle Namaz müminin miracıdır” buyurulmuştur.

Allah nefsini kendine mal eden, Hakka izafe etmeyen birinin zekatını (tezkiyesini) kabul etmez. Zira “Nefsini bilen Rabbini bilir” buyurulmuştur. Zekat ise Allah’ın hakkıdır, kişi onun emanetçisidir. Nefsini Allah’tan bilmeyen kişi ise, emanet olarak kendisine verilen nefsi bilmediğinden ve kendine mal ettiğinden “cehalet karanlığındadır” “Nefsini karanlıklara gömen ziyandadır” (Şems/10) ayetiyle bu husus vurgulanmaktadır. İlme ve başkalarının manevi zekat ve sadakasına en muhtaç konumdadır. O halde nefsin zekatı, Allah’ın ondaki hakkını ortaya çıkarmaktır. Buda nefsi tezkiye edip, aslı olan Allah’ın nuruna ulaştırmaktır. Bu nedenle “Namaz nurdur” buyurulmuştur. Nefsini tezkiye eden onu nura çevirmiş ve Peygamber Efendimiz’in buyurduğu “gözümün nuru namaz” olmuştur. Bu nurun kamil insanın gözünden zahir olduğu ehline malumdur. Bu haldeki kişi “Allah için” Allah ile beraberdir. “Allah müminlerin canlarını (nefislerini) ve mallarını satın aldı” (Tevbe/111) ayetiyle bu nefsini tezkiye edenler nefsilerinin ve mallarının gerçek sahibinin Allah olduğunun şuuruyla, bu emanetleri gerçek ehline, Allah’a vermişlerdir. Allah yolunda bunların tasarruflarını Allah’a vererek tasarrufu ve vekilliği O’na bırakmışlardır.

“O’nun vechinden (zatından) başka her şey yol olacaktır” (Kasas/88) ayetiyle her şeylerini O’na vermişler, her şeyi O’nunla müşahede eder olmuşlardır. Bu ise Allah’ın nefsine ilham ettiği ve Kur’an ve Sünnet ile amel ile gerçekleşmiştir. Allah’tan başka sahip olmadığını anlayıp “Mal O’nun” diyerek tüm varlığını O’na teslim etmiştir. Bu durumdaki kişi Allah’ın tecellisiyle Allah’ın her türlü tasarrufunda “vekil” olur. Namazında ve diğer zamanlarında Hakk ile alemlerde Hakk adına bulunur. Bu ise “daim namaz” dır. Bu halin sahibi daim namazdadır. Bu durumdaki kişi Hakkın tasarrufuyla O’nun adına zekat ve sadaka vererek Allah’ın mülkünde tasarrufta bulunur. Zira Allah’ın halifesi ve vekilidir. Buna ise cihat ve sabır ile ulaşmıştır. Cihat ve sabırda nefsin zekatıdır. Zira tezkiyeye bu yolla ulaşılır. Bu yolla nefsinden çıkan amelleri Hakk’la kontrol eder. “Başarım sadece Allah sayesindedir” (Hud/88) diyerek bunuda Allah’la bilir. Bilir ki her fiil, bir ilahi ismin zuhurudur. Allah ise kişiye, nefsinin mertebesi düzeyinde tecelli eder. Bu nedenle şu emre uyar: “Hikmeti ehli olmayanlara vermeyiniz, yoksa hikmete zulmedersiniz. Hikmeti ehlinden de sakınmayınız yoksa onlara zulmetmiş olursunuz”. Ayrıca “Nasa akılları düzeyinde hitap ediniz” emrine uyarak manevi zekat ve sadakasını Hakkça dağıtır. Zira cahil en muhtaç kişidir.

Nefsin bineği bedendir. Nefsi arındırıp, bedeni iyi ahlaklı amellere sevketmek Allah’ın üzerimizdeki hakkıdır. Bedenin amelidir. Namaz bu nedenle zahir hükmüyle bedenede yüklenmiş, nefs tezkiyesi ile bedenden çıkan amellerin güzel olması amaçlanmıştır. Zira ameller, nefsi düşünceler kaynaklıdır ve nefs ameller ile mertebesini zuhura çıkarır. Nefsi tezkiye ederek, bedenden güzel ve salih amellerin çıkması Allah’ın şeriatla bizdeki hakkıdır. Nefisleriyle bu şekilde cihat edenler Allah yolundadır. İlahi ahlakla ahlaklanmak, nefsin zekatıdır. Organ amelle kalbe yardım ederken, kalp ihlas ile organa yardım eder. Kalp tezkiye ve tasfiye olduğunda ise tüm organlar ilahi isimlerle ile ilahi ahlaklanma yolundadır. Namaz bunun içinde en iyi yöntemdir. Ruhun zekatı niyet ve takvadır. Niyeti sırf Allah için yapmaktır. Zira Allah buyurur. “Onların etleri yada kanları Allah’a ulaşmaz, fakat sizden olan takva Allah’a ulaşır” (Hac/37). Açıktan amelleri yapmak Zahir isminin, gizli yapmak batın isminin sınırları içine girer. Niyet batındır. Bu nedenle zahir amelin ruhudur. Allah insana şah damarından yakın olduğundan bu batındaki niyeti en iyi şekilde bilir. Niyeti ihlaslı tutmak ve Allah için yapmak gerçek kulluktur.

Namazdaki perdeler nefs mertebeleridir. Nefs arındıkça temizlendikçe perdeler açılır. Nefs kendi hakikatine Allah’ın nuruna ve Kur’anın sırrına ulaşır. Nefs tezkiye olduğunda bu nuru müşahede eder. “Gözümün nuru namaz” sırrına ulaşır. En yakın perde tecellinin kendisinde gerçekleştiği surettir. Hakikat, Hakkın dışında bir şey olmadığı bilgisini verir. Mertebeler arası farklar vardır. Allah’ın her şeyle ilişkisi tek ve aynı olup mertebeler arası fark ile sıfat ve isim tecellileri değişir. Bu isim ve sıfat değişiklikleri tek Zatta halden hale geçişleri yansıtır ve çokluğu oluşturur. Hallerin farklılığını ve çokluğunu gözetenler, niyetin zorunluluğunu kabul eder. Bu nedenle niyet zorunlu ve gizli bir iştir. “Herkes için niyet ettiği vardır” hadisince tecellide niyete göre oluşur. Tecelliler arasında farklar oluşur. “O her an bir tecellidedir” (Rahman/29) ayetince vahdette kesret oluşur. Tecelligahın amacı ise tecelliyle haz almak ve bilgilenmektir. Nefsine olan bu tecellilerle “niyete göre amel etmek” le kişi fiillerinde alışkanlık kesbeder. Bu ise ahlakını oluşturur. Allah’ın istediği ise Kur’an ahlakı ile ahlaklanmak, Kur’an-ı Natık vasfını kazanmaktır. Allah namaz ve diğer emirleri ile bu vasıfların kazanılmasını murad etmektedir. Bunların karşılığını nasıl vereceğini ise şu kudsi hadisle açıklamaktadır: “Bana itaat edene Bende itaat ederim” Allah özetle kulun muradını açığa çıkaracağını ifade etmektedir. Namaz sırf zikir ve rahmet olduğundan Allah’ın namazdaki kişiye rahmeti ve zikride Kur’an ahlakı ile nefsini süslemek olacaktır. Yeter ki biz namazlarımızda “Allah ile” olduğumuz konusunda gaflette olmayalım. “Billah” sırrıyla O’nunla, O’nun kelamıyla ubudette olalım. Zira namaz kılan kişiden istenilen şey Allah ile bulunduğunun bilincinde olmasıdır. Allah’ın sözlerinden kolayına geleni okuyarak, O’nunla konuştuğunu bilmesi, ne konuştuğunu idrak etmesi, böyle bir bilinçte olması kişi için sorumluluktur. “Allah namaz kılanların kıblesindedir” hadisince Allah ile olup O’nun Zatına yönelen her an O’nunladır. Kişinin gönlü Kabe olduğunda, Hakk gönüldedir ve buradan bütün vücuda hükmeder.

Allah “Benim zikrimle meşguliyetten kendi için bir şey istemeye fırsat bulamayana, Ben en hayırlısını veririm” buyurmaktadır. Namazda sırf zikirdir. Namazdaki kişi O’nunladır. Zikirledir. Kendi için bir şey talep etmesende, namazda sırf rahmet olduğundan Allah kişiye rahmetiyle tecelli edip en güzeli, en hayırlıyı lütfedecektir. Namazda Allah’tan gafil olan dünyaya meyletmiştir, zira dünya denilen şey Allah’tan gafil olarak hareket etmektir.

“Kur’an ve insan bir batında doğan ikiz kardeştir” hadisi ışığında bakıldığında, namaz bu ikiz kardeş birbirine kavuşmaktadır. Kur’an insanla, insanda Kur’anla şereflenmektedir. Adeta her namazda “Kadir hakikati” yaşanmaktadır. Zira Kur’anın insanla kavuşması “kadir gecesinde” gerçekleşmiştir. İnsan Kur’an ile kendi kadrini ve kıymetini bilebilmiş ve Kur’an sayesinde Rabbına arif olabilmiştir. Bu nedenle her namaz bu kavuşma nedeniyle “kadir” hükmündedir. Kişinin nefsi natıkası da Kur’anın sırrından olduğundan kendi hakikatine ulaşmaktadır. Kur’an sırf nur olduğundan kendi hakikatine ulaşmaktadır. Kur’an sırf nur olduğundan nefsi nurlanmakta ve “namaz nurdur” hadisindeki gerçek ile Nefsi Muhammedi Nuruna ulaşmış olmaktadır. Nefsi Muhammedide tecelli kur’an kanalıyladır. Nuru Muhammedi denilen hakikat nefsi natıkanın en kemalli zuhuru olan Hz. Muhammed’de (sav) açığa çıkmıştır. “Ben Allah’tanım, müminlerde benden” ve “Benim mucizem kur’andır” buyurarak bu vasıflarının tüm müminleri kapsadığını açıklamaktadır. Nefsi natıkası, Kur’an-ı Natık vasfını kazandığından, Kur’anla beka makamıdır. Tam tahakkuk ile de bekabillah hakikatine ulaşmaktır. “Ben size şah damarınızdan daha yakınım” (Kaf/16) hakikatini yakinen yaşamaktır. Zira O her an, her yerde bizimle beraberdir. “Nerede olursanız O sizinle beraberdir” (Hadid/4)

Namaz vasıtasıyla bu yakınlık ve beraberlik yakinen idrak edilmekte, bu yakınlık ve beraberliğin her an oluşabilmesi için adeta antreman yapılmaktadır. Bu şuurun yerleşmesi için en etkili yöntem namazdır. “İman Allah’ın her an seninle olduğunu bilmendir” hadisi ışığı altında değerlendirildiğinde, bu yakınlık ve beraberlik yaşantısının imanın şartlarından olduğu açıkça ortaya çıkacaktır. Bu da amentü esaslarından ”Amentü billahi …” sırrını yaşamakla mümkündür. Namazı “billah” sırrıyla kılmak, Allah ile Allah içinde, Allah aracılığıyla nefsini Hakkın tecellisine bırakarak namaz kılmaktır. Böyle bir namazda kul sadece tecelli mahallidir. Ondan Hakk zuhur eder. Risale-i Gavsiyede şöyle belirtilmiştir:

-          Rabbime sordum. – Ey Rabbim! Hangi namaz sana daha çok yakındır?

-          O namazki içinde benden başkası bulunmaz ve namaz kılanda kıldığı namazdan gaib bulunur.

Bu açıdan bakıldığında kamil insanın namazı nazarında hazır olan Rabbinedir. Noksan insanın namazı ise nazarında hayalde (gaib) olan Rabbinedir. Ancak kamil insan Hakkla, Hakkça, Hakka ubudet eder.

Namaza “Allahuekber” ile giren kişi, zahirden batına yönelmiştir. Aynı zamanda ahirden (şehadetten) evvele (Ahadiyeti Zata) teveccüh etmiştir. Özetle kendi ilahi hüviyetinde evveli, ahiri, zahiri, batını bütünleştirmiş ve Hakkı her yönüyle tevhid etmiş olmaktadır. Zira ayeti kerimede “hüvel evveli vel ahiri vezzahiri vel batın, ve hüve ala külli şeyin alim” (Hadid/3) yani “O evveldir, ahirdir, zahirdir, batındır ve her şeyi bilicidir” buyurulmuştur. Kişi bu yönelme ve teveccüh ile bütün itibarları ile “ilahi hüviyeti” kendi nefsi hüviyetinde nefsi mertebesinde cem etmiş olmaktadır.

Namazda kıraate geçtiğinde yani Hakkın Kur’anı kelamını nefesi rahman ile açığa çıkarmaya başladığından batından zahire, evvelden ahire ulaşmaktadır. Yani namazda ilahi hüviyetini izafi ve itibari yönleri birleştirilerek ve tevhid edilerek, namaz tam bir “tevhid eylemi” – “tevhid ibadeti” haline gelmektedir. Allah’ın evvel, ahir, zahir ve batın isimleri, diğer isimlerini bünyesinde bulundurduğundan Hakka tüm ilahi isim ve sıfatlarıyla yönelmiş olur. Hakta namazdaki kişiye bu ilahi isim ve sıfatlarla tecellisini sürdürecektir.

“Nerede olursanız O (hüve) sizinle beraberdir” (Hadid/4) ayetinin ışığında namazdaki kişi nefsi hüviyetinin Allah’la (O’nun ilahi hüviyetiyle) olduğunun bilincine varacaktır. Nefsi hüviyetini oluşturan özelliklerin, kendi nefsinde tecelli eden ilahi isim ve sıfatların tecellileri ile mana kazandığının şuuruna varacaktır. Bu “hüviyet beraberliği” nin her an, her yerde devamlı olduğunu idrak edecektir. Namazda “Hakk’la beraberlik” Zati düzeyde olduğundan, namazda Hakkın tecellisinin maksimum düzeyden olduğunu ve kendi nefsi mertebesinin eğitimi ve tezkiyesi için önemli bir hediye olduğunun bilincine varacaktır. “Hediyeleşiniz. Aranızdaki sevgi artsın” hadisi ışığında, Allah’ın namaz hediyesine itaat ile icabet ederek O’nun huzuruna “kul” olarak çıkacaktır. Allah kudsi hadisinde “Bana itaat edene itaat ediciyim” buyurmuştur. İtaat eden kuluna kelamı olan Kur’andır. Allah Kur’an ile itaat eden kuluna, nefsine takvasını verecek ve onu Kur’an ahlakı ile süsleyerek hediyelerine ve ihsanlarına devam eder. Bu hediyeleşme ve ihsanlar namaz boyunca sürer. Her namazda tekrarlanır. Zira namaz sırf rahmettir.

Nefsi hüviyeti, ilahi hüviyet potasında eriyerek O’nun boyasıyla boyanır. Ve Kur’an ahlakı olarak nefsinden alemlere yansır. Nefsi natıkası artık Kur’an-ı Natık olur. Böyle arif kişiden çıkan her kelam hangi dilde olursa olsun Kur’andandır. Hz. Ali (kv) bu makamda; “Ben kur’an-ı Natıkım; yaşayan Kur’anım” buyurmuşlardır. Zaten namaz eğitiminin son hedefide budur. Böyle olan kişi halk arasında da olduğunda namazdadır. Daim namazdadır. Böyle bir kişi namazdan çıtığında da, O’nunla olduğunun idrakindedir. Zira “O nerede olursanız sizinle beraberdir” (Hadid/4) ayetinin nuru ile Allah’la beraberliğini sürdürür. Değişen sadece itibarlardır. Hakla batıni beraberlikten, zahire yönelmiş, evvelden ahire teveccüh etmiştir. Değişen sadece itibarlardır. Bunlar ise izafetlerdir. Tevhid ise izafetleri kaldırmaktır. Namazda Mutlak Tevhid, Vahdet halinde kesrete yönelmiştir. Namazda batını vahdet (Hakk ile) halindedir. Okuduğu Kur’an ayetlerinin hükümleri kesreti oluşturur. Zira Kur’an “Cemi esma ve sıfatı Zat” tır. Yani Kur’anı okurken ilahi isim ve sıfatların çokluğu kesreti oluşturur. Kur’an batından ilahi isim ve sıfatlarla çoğalarak zahire çıkarak kesreti (çokluğu) oluşturmaktadır. Yani “vahdette kesret” eğitimidir namaz. Bu hükümün idraki ile kişi “Selam” ile namazdan çıkar. Namazdan çıkan kişi ilahi isim ve sıfatların çokluğunu yansıtan “şehadet-dünya” aleminde kesretle (çoklukla) karşılaşır. Namazda aldığı eğitimle bu kesretin Allah’ın isim ve sıfatlarının çoğalması ile oluştuğunu bilir. Bu kesretin batınında Allah’ın Zatının bulunduğunu bilir. Tek ilahi hüviyeti Zatının evvel, ahir, zahir, batın isimleri itibariyle itibari değiştiğini ve çokluğun batınında Hakkı idrak eder. Yani namazdan çıkıp halkın içine dönen kişi “Kesrette Vahdet” eğitimine başlamaktadır. Halkın Hakkın zahiri, Hakkın ise halkın batını olduğu ve halktaki itibari çokluğun halktaki ilahi isim ve sıfat tecellilerinin çokluğu olduğunun bilincine varmasıyla Hakkı halk içinde de tevhid etmiş olur.

Kişi namazda aldığı eğitimle Allah’ın ilahlığını (uluhiyetini) alemlerde “Kur’an” vasıtasıyla yaptığını bilir. Bu ilimle halkın içine “Kur’an” irfanı ile girer. Halka ve halkın içinde her varlığa Kur’an ve Sünnet çerçevesinde hakkını verir. Bu davranışın ahlak haline gelmesi ile “Yaşayan kur’an” haline gelir. İşte böyle bir arif kişi “daim namaz” halindedir. Her ne iş ve fiil gerçekleştiriyorsa, Kur’anla ve Sünnetle olduğundan Hakkladır. Hakkla olan ise namazdadır. Kur’an ve Sünnet ile O’nu zikretmektedir. “Ben Beni zikredenle beraberim” hükmünce “fiili duada namaz” dadır. Selam ile namazdan çıkmış, Allah’ın selamını tüm halka ulaştırmış ve halk içindede selamı devam ettirmiştir. Bu özelliği ilede namaz “korunmuş-muhafaza edilmiş namaz” haline dönüşmüştür. Arif kişi namazı “Hakkla beraberlik” olarak değerlendirir. Hakk ve halk namazının izafetlerde farklılaştığını bilir. Her iki yönüylede namazın hakkını yerli yerince Hakkça, Peygamber ahlakıyla yerine getirir. Bu hakikatlerin açığa çıkması için irfan yolu eğitiminin alınmasının ne denli önemli olduğu açıktır.

“O her an bir tecellidedir” (Rahman/29) ayetince halkın içinde isim ve sıfatlarını idrak edebilmek ve kesretin batınında Hakkı bilebilmek için irfan eğitimini de almalıdır. Zira Hakk halkta isim ve sıfatları ile çoğalmakta, her mevcudda bir yüz göstermektedir. “Nereye dönerseniz Allah’ın yüzü (vechi-zatı) oradadır” (Bakara/115) ayeti ışığında halkın her yüzünün, zuhurunun batınında Hakkın bilebilmek irfana ulaşmaktır amaç. Hakta halkı görmek, halkta Hakkı müşahede etmek; halkın batını Hakk, Hakkın zahiri halk idrakine ermek ve halkı ve Hakkı zahir, batın, evvel, ahir itibarlarıyla tek ilahi hüviyette tevhid etmek namazın hakikatine ulaşmaktır. Eşyanın hakikatine ulaşmaktır. Bu nedene namaz sırf Hakktır içinde batıl bir şey yoktur. Bu özellikleri yansıtan oruç ve hacc ibadetlerinide belirli ölçüde içinde bulundurur. Namaz islamın tüm vasıflarını bünyesinde bulunduran, islamın eğitim alanıdır. Tüm bu özellikleri nedeniyle Müslümanlara “yeryüzü mescit” olmuştur. Zira insanın hedefi her an, her yerde Hakkla olduğunun idrakine vararak yaşamak olmalıdır.

Namazın bir yönüde zaman eğitimini bünyesinde bulundurmasıdır. “İnsan iki şeyin kıymetini bilmez: Sağlık ve boş vakit” hadisi ışığında namaz odaklı bir yaşam oluşturulduğunda zamanın değeri ve önemi daha iyi anlaşılacaktır. “O her an bir şan (tecelli) halindedir” (Rahman/29) ayetiyle Allah’ın tecellileri süreklidir. Bu tecellilerin insanda açığa çıkışı “ed-Dehr” isminin hükümleri altındadır. “Dehr Allah’tır. Dehre sövmeyiniz” hadisiyle bize zamanın ne denli değerli bilgiler sunacağı açıktır. İnsanın dünya içindeki zamanıda “ömür vakti” kadardır ve bu zamanı çok iyi değerlendirmelidir. Namaz bu zaman disiplinide içinde bulundurur. Arifibillah Zekiye Şamiye (ra) “Farzdan önce farzlar vardır” buyurarak yaşam içinde önceliklerin bulunduğunu açıklamıştır. Yaşam içinde öyle anlar oluşur ki, kişi yaşamında başkasını kendi nefsine tercih etmek zorunda kalır. Böyle anlar kişi üzerindeki farzları erteler, başkasının ihtiyaçlarını gidermek o kişi üzerine farz olur. Bu ise “farzdan önceki farzlar” sınıfına girer. Bu hususta kişiye en büyük yardımcı nefs muhasebesi ve bu konudaki tecrübeli kişilerdir. Bir örnek verilecek olursa, görevi hasta bakmak olan bir doktorun iki namaz vakti arasında hastaların sorunlarını ortadan kaldırması üzerine farz olan hükümdür. Bu kişi eğer tüm zamanını sağlıklı bir şekilde değerlendirerek çalışmış buna rağmen üzerine farz olan namazı kılamayacak durumda ise, hala bakması gereken hastalar varsa bu halde üzerine farz olan namazı erteleyebilir. Eğer namazını kılacak zaman oluşmamışsa, hastalara bakması “öncelikli farz” hükmündedir. Başkalarının ihtiyaçlarını gidermek, kendi nefsinden önceye almak Allah’ın övdüğü bir davranış olacaktır. Tabi bu kişinin zamanını en iyi şekilde kullandığına ilişkin nefs muhasebesini yaparak. Her kişi kendi amellerini bu şekilde değerlendirebilir. Bu nefs muhasebesi zamanın ne kadar değerli olduğunu ona hal olarakta yaşatacaktır. Böyle bir değerlendirme ile “insanın hayırlısı insanlara faydalı olandır” hadisinden de feyz alabilir.

Namaz, farzlarla (kurb-u feraiz) ve nafilelerle (kurb-u nevafil) Allah’a ulaşmayı içinde barındırır. Allah kudsi hadisinde şöyle buyurmaktadır:

“Yaklaşanlar, kendilerine farz ibadetlerin edasında olduğu kadar hiçbir şeyle yaklaşamazlar. Gerçekten bir kul Bana nafilelerle de yaklaşır. Böylece Bana yaklaşanı severim. Sevincede kulağı olurum, eli olurum, dili olurum. Böyleki oldum, Benimle işitir; Benimle görür; Benimle konuşur; benimle tutar; Benimle yürür…”

Allah’a ulaşmanın (miraç) bir sebebide nafile ibadetlerle yaklaşmadır. Diğeri ise farzlarla yaklaşmadır. “Namaz” ve “irfan yolu” bu ikisinide kapsar. Zira “ilim kadın, erkek her müslümana farzdır” buyurulmuştur hadiste. Kul bu yollarla Allah yaklaşır.

Kul, Allah’ın sıfatlarının ve isimlerinin tecellisi ile kuldur. Allah Ben diyerek Zatı, sıfatları ve isimleri ile kulla beraberliğini kul mertebesinde açığa çıkardığını ilan etmektedir. Kulumun elinde ve dilinde kudretimle olurum. Kul Benim tecelli mahallim olur buyurmaktadır. Bu mertebede kul zahir, Hakk batındır. Kul fiillerini Hakk’ın isimleri ve sıfatlarıyla işler. Bu hakikatin açılması için kulun nefs mertebeleri ve tevhid eğitimini alması gerekir.

Daha önce birimsel nefsine ait olduğunu düşündüğü isim ve sıfatları kendi benliği doğrultusunda kullanırken, nefsi tezkiyesi ile nefsin hakikatini idrak ettiğinde, ilahi isim ve sıfatları Allah’a teslim eder ve bunları Allah’ın istediği doğrultuda Kur’an ve Sünnet üzere Allah için Allah adına kullanmış olur. Yani “fiili besmele” olur. Bu idrakle kul “ilahi esmaları ve sıfatları” hakikatleri üzere kullanmış olmaktadır.

Bu hale ikinci yönü ile baktığımızda kulun bütün azalarını Hakk kullanır. Böylece kul batın Hakk zahirdir. Kul Hakkın tecelli mahalli, fiilin zuhur yeri olmuştur. Hakk onda fiiliyle zahirdir. Bu hale ulaşmak nefs mertebelerinin tahsili ile uzun bir zaman alır. Namaz bu halin gelişmesi için anahtar rolü oynar. Bu mertebe “dua ve dilek” yeri, uluhiyet ise verme ve lütuf yeridir. Kurb-u nevafil, kişinin kendi hakikatini ve alemlerin hakikatinin idrak mertebesidir. Bu hali nefsinde yaşamak, yaşandığını idrak etmektir.

“Attığın zaman sen atmadın Allah attı” (Enfal/17) buyurarak bu mertebe ifade edilmektedir. Görünürde zahiren atan Hz. Muhammed (sav) dir; ancak O’nun elinden atan Allah’tır. Bu mertebe fail Allah’tır. Kul tecelli mahallidir. Allah’ın muradının açığa çıkma yeridir.

Burada Zati tecelli mevcuttur. “Atma” işlemi sırasında Zatta birlikte esma ve sıfatlarıda açığa çıkmaktadır. Tutan eli, Atan eli Allah olmuştur. Bu ise “Habiblik” sevilme mertebesidir. Buda farz ve nafilelerle yaklaşma, Allah ile olmakla mümkündür. Namaz miraç olduğundan, namazda Allah ile olunduğundan bu mertebeler idrak edilerek yaşanmalıdır. Namazda bir birey kendi nefs mertebesinden Hakkla beraberdir. Ancak kendi mertebesinden fiilleri açığa çıkarabilir. Ancak kamil insan tam manasıyla Hakkla beraber olduğundan, o hakiki olarak fiilleri bu anlayışla çıkartabilir. Namazdaki kamil insan Zati kelamları okurken, söyleyen dili Hakk olacaktır. “De ki” emri ile Hakk’tan, Hakk’la, Hakkı söyleyecektir. Böyle bir kişinin sohbetleride aynı düzeyde olacağından çok kıymetlidir. Bu nedenle “Arif bir kişi ile bir saat sohbet bir yıllık nafile ibadetten daha hayırlıdır” buyurulmuştur. Bu arifler namazda Hakkla oldukları gibi, “daim namaz” hükmüyle halk içinde de Hakk’la beraberlerdir. Onlarda tecellide olan Hakk’tır. Arif kişiler de zaman zaman Hakk zahir, kendileri batında kalırlar. Zaman zamanda kendileri zahir Hakk batın olmaktadır. Zahir ve Batın Hakkın izafet ve itibarlarıdır. Aslı birdir.

Bu mertebede arif “abduhu” vasfını kazanır. Hakk’la Hakkça icraatta bulunur. “Hu’nun kulu” vasfını kazanan kişi “resuluhu” hükmüyle Kur’an-ı natık olarak yaşar. Namazdaki kişi kendi nefs mertebesi düzeyinde kul mertebesinden zuhurdadır. Okuduğu Kur’an ile nefsi vasıflarını arındırmaktadır. Zira Kur’an okumak nefs tezkiyesinin en kıymetli yöntemidir.

Rabbi ile beraber namaz kılan herkes, hiç kuşkusuz cemaattedir. Gerçekte imam Allah, cemaat ise zuhura çıkan yaratılmışlardır. İsim ve sıfatların nurları ve bunlardan oluşan melekler cemaatini oluşturur. Zira bunlar devamlı tecelli halindedirler. Arif namazı tamamiyle Rabbe tahsis eden namaz içindedir. Bu ise apaçık ihsandır. Böyle bir durumda namaz tamamiyle “nur” olur. Bu nur ile Allah’ı müşahede eder. Yani Allah’ı Allah ile müşahede etmiş olur. Miraç olan namazda budur. “göz nuru” olan namazdır. “Göz nuru” denmesinin sebebi arifin gözünden zuhura çıkan nur tecellisidir. Bu durum ehline malumdur. Bu “göz nuru” müşahede edildiğinde namaz hakiki anlamda nur olmuş olur. Bu nur ile kişi, hiçbir zuhurun olmadığı hüviyet gaybı mertebesine ibadet eder. “Abduhu” olmuş olur. Zahir ismiyle Batın ismine kullukta bulunur. Batından aldığını zahire ulaştırır. “Göz nuru” ile aldıklarını cemaate yani alemlere yayar. İnsanın hakikati tek bir hakikattir. Tek başına namaz kılan nefsinin mertebesine göre namaz kılmış, insanın dışı cemaat olmuştur. Allah ise nerede olursa olsun insanla ve tüm yaratılmışlarla beraberdir.

“Nerede olursanız O (hüve) sizinle beraberdir” (Hadid/4) ayeti bu hakikati ifade eder. Bu nedenle kulun himmetinin Allah’la, Allah’a bağlı olması gerekir. Bu durumda namazdaki kişinin müşahede ettiği Hakk olur. “Allah kendisine hamd edeni işitti” sözü kulun varlığını ve Hakk indindeki yerini ifade eder. Kul, “Benimle duyar, benimle konuşur…” hükmüyle Allah’ın sevgisini kazandığınıda ifade etmiş olur. Allah kulda açığa çıkmış, kulda Allah’a hem Zatı, hemde ilah olması yönüyle ibadet etmiş olur. Zatı gaybıyla bilmek mümkün değildir, ancak ilahlığını (uluhiyetini) idrak etmek mümkündür. O’nun uluhiyetini idrakle ve O’nunla birlikte murakebe, müşahede ve huzur halinde bulunan kul, Allah’a gerçek manada itaat etmiş olur. Kul O’nun uluhiyeti içinde, O’nun tecellisi ile O’na ruhu ve bedeni secde etmektedir. Bu suretle gerçekten Hakka uyan ve itaat eden olmuş olur. Her ilahi ismin kendine özgü bir hakikati vardır. Kul ise bütün hakikatlerin toplamıdır. İlahi isimlerin açığa çıktığı mertebedir. Bu nedenle gerçekte imamlık Allah’a aittir. Hakiki imam ise Allah’ın aynası olan Hz. Muhammed (sav) ve onun hakikati olan Hakikati Muhammedi’dir. Allah’ın ve Resul’un vekil ve halifelerinin bu açıdan hisseleri vardır.

Arifler bu nedenle bütün hareket ve duruşlarında sürekli namaz ve Hakk ile konuşma halindedir. Böyle bir namaz kul mertebesinden Hakk’a nispet edilir ve ubudet olarak tanımlanır. Hakiki namazda yaratılmışa ait bir iz yoktur. Sözüyle, fiiliyle, her şeyiyle Hakk’ındır. Kul ise bu işlerin zahir ismiyle tecelligahıdır. Batın ise Hakktır. Diğer kişiler kendisi için gerçekleşen namazda Hakk ile konuşurken nefsinin mertebesine ve Hakkın kendisine gösterdiği şeye göre namaz kılar. Arif kişi ise Hakkın işitmesi, görmesi, tutan eli, söyleyen dili, yürüyen ayağı olmuştur. Yani Hakk ile Hakk olmuştur. Bu vasıflarla namaz kılan kişi kabenin içinde namaz kılan kişi gibidir. “Göz nuru” olan namazda, namazda başlarken “Allahuekber” denilip Ahadiyeti Zara ulaştığında “nurdan bir yol” ile “nurdan Kabe’nin” müşahede edildiği ehline malumdur.

Kur’an Allah’ın Zati ilmini ve kelamını içerir. Namazdaki kişinin nefsi natıkasında Kur’an dürülmüştür. “Nefesi Rahman” vasıtasıyla nefsine insani hakikat ile eş olan Kur’an vazedildiği için insan Kur’an-ı Natık potansiyelini taşır. Namazdaki kişi, nefesi rahmanın kendindeki temsili olan “nefesi kelamı” ile Hakkın tercümanı ve halifesidir. Allah’ın Zati kelamını ve ilmini hem kendi nefsine hem de alemlere “Allah vekili” olarak “Allah ile” aktarmaktadır. “Ben size şah damarınızdan yakınım” (Kaf/16) buyuran Allah, namazdaki kuluyla “beraberlik mahiyeti” içindedir. Kul, namazda Kur’an okuyarak nefsi natıkasını, Kur’an-ı Natık etmekte ve “Allah ile beraberliğinin” idrakinde olarak O’nun kelamını ve ilmini, kendindeki nur vasıtasıyla yine Allah aracılığı ile alemlere yaymaktadır. Nefsindeki nuru, alemlerin nuruna ulaştırmaktadır. Tabi ki kendi nefs mertebesinden.

“Rahman, Kur’anı talim etti,  İnsanı halketti, O’na beyanı öğretti” (Rahman/1-4) ayetleri, insanın nefsi natıkasına talim edilen Kur’an ile insanın halk edildiğini ve Kur’anı beyan üzere yaratıldığını ifade eder. İşte “Kur’an-ı Natık” olma özelliği namazda doruk noktasındadır. Arif kişi “Hakk ile” Kur’anı yine O’na sunan kişidir.

Namaz sırf zikirdir. “Kalpler Allah’ın zikri ile mutmain olur” (Rad/28) ayeti itibariyle nefs mertebesi namazda mutmainne vasfını kazanır. Mutmainne nefse Allah’ın hitabı ise şu şekildedir.

“Ey mutmainne nefis. Sen O’ndan razı, O’da senden razı olarak Rabbine dön. Kullarım arasına katıl. Cennetime gir” (Fecr/27-30)

Mutmain bir nefis ile namazda olan kişi Rabbına dönmüş ve “billahi” sırrıyla Allah iledir. “Kul” vasfını kazanarak “abduhu” sırrıyla Allah ile hüviyet beraberliğini kul mertebesinden devam ettirir. Cennet yaşamı içine girer. Cennet ise kudret yeridir. Kudret tecellisi içinde namazını sürdürür. Bu kudret sırrı nedeniyle Hz. Resul (sav): “Benim mucizem Kur’andır” buyurmuştur. İşte arif kişi namazında “Kudret tecellisi içinde mucize Kur’anı” nefesiyle alemlere sunar. Allah’ın tercümanı olarak alemlere rahmet ve nur olur.

Bu açıdan Kevser suresinde “Rabbin için namaz kıl, kurban kes” (Kevser/2) buyurulmaktadır. Nefsini Allah’ın tecellisine bırak, Allah ile birlikte ol ve nefsine arız olan, ilişen hayvani vasıfları kurban et denmektedir. Bu emir bile nefs tezkiyesinin namazda en üst düzeyde olduğuna delildir. Kişi namazdan çıktığında, halk arasında iken de “DAİM NAMAZ” hükmüyle nefsini “Allah ile” olduğu bilinciyle tezkiye ederse nefsine ve Rabbine arif olması kolaylaşacaktır. Arifler defterine ismini kaydettirecektir.

 

SIRRI SALÂT KASİDESİ
 
Sırrı selât ilmini öğren ey Talibi Rıza
Salâti himmet feyzi kıraettir fatiha
Salâti nefsi bil anı tezkiye-i hadisat
İsmi Fettah envarı açar fethi mübina
İsmi ferd eyler anı zata vuslat biriya
Oku zamı sureyi olur hakla kelâma
Entelhadi salleyna kabul eyle saletena
Göster bize cemalini yaktı aşkı kulubena
Salâti ruhi bil ehi; tahareti necsi Dünya
İsmi kuddüs envarı eder zata iltica
İmandır salati nuri setri avret etkıya
İsmi Nurunziyası açar cemali yare
Salâti kalbi huzuru Kıblesidir süada
İsmillah azami, ihata eder cümleya
Salâti akli maadi vakittir hem daima
İsmi Ahat envarı mahveder hem masivayı
Salâti fikri selimi niyettir hem bakaya
İsmi Samed envarı verir kuvvet kaima
Salâti vehmi sultani: tekbir etmek iptida
İsmi Kebir envarı yakar anı daima
Salâtü hayali insani kıyamdır zati ala
İsmi Hakkın envarı eder zata temaşa
Salâtü himmet feyzi kiraettir fatiha
İsmi Fettah envarı açar fethü mübina
Oku zammı sureyi olur hakla kelâma
Selâtü sureti cemaliruküu zati azima
İsmi Hayyin envarı tahrik eder ebdana
Salâtü cismi kıtmiri sücudu zati alâ
İsmi Kahhar envarı yakar cismü canan
Salâtü kabri meyyiti teşehhüd münkernekira
İsmi rakip envarı tenvir eder emvata
Kıl namazı Sıdkı'ya bu on iki şart ile
Böylece kulluk edersen olur miraç daima
Entelhadi salleyna kabul eyle salâtena
Yaktı aşkın kulübena göster bize cemalini





önceki sayfa               sonraki sayfa

Ziyaret Bilgileri
Aktif Ziyaretçi3
Bugün Toplam223
Toplam Ziyaret836104
Hava Durumu
Saat
Takvim