Üyelik Girişi
Site Haritası
Önerilen Siteler

H. Ş. 85. Hakikati İlahiye ve Muhammedi, Hacc ve Umre

85. HAKİKATİ İLAHİYE VE MUHAMMEDİ, HACC ve UMRE

“Din kardeşinin maddi ve manevi ihtiyacını gideren kimse hacc ve umre sevabı alır”

İnsan bu alemlerin yaradılışının temelidir. Bunu belirten kudsi hadiste şöyle buyuruluyor: “Ey Ademoğlu! Seni kendim için, alemleri senin için yarattım”. İnsan ise Hakk’ın sırrını taşıyan en önemli varlıktır. “Ben insanın sırrıyım, insan Benim sırrımdır” buyuran Allah insanı kısaca şu iki vasıfla halk etmiştir.

1)    İnsanın Nefsi natıkası Kur’an’ın sırrını taşır.

2)    Nefsi natıkası, Nefsi Muhammedi’nin aynasıdır.

Birinci vasfıyla insan Hakikat-i İlahi vasıflarıyla donanmıştır. İlahi hakikatleri taşıyan şerefli ve kerim bir yere sahiptir. “Ademi kendi suretimde yarattım” ve “Ademi Rahman suretinde yarattım” kudsi hadisleri insanın nefsi natıkasında dürülmüş olan ilahi hakikatleri ifade eder.

İkinci vasfıyla, insanın nefsi natıkası Hakikat-i Muhammedi sırrını taşır. “Nefsinizden bir Resul geldi” (Tevbe/128) ayeti bu sırrı anlatır. “Benim mucizem Kur’andır” hadisiyle de Efendimizin ve bizim nefsi natıkamızda Kur’an (Hakikati İlahiye veHakikat-i Muhammedi) dürülüdür.

Özetle insan 1) hakikat-i İlahiye, 2) Hakikat-i Muhammedi mazharıdır. Bir müminden yansıyan bu vasıflardır. “Mümin müminin aynasıdır” ve “Müminin kalbi beytullah, arşullah, hazinetullah ve miratullahtır” hadisleri bu hakikatlere sahip nefsi natıkayı anlatmaktadır. Zira nefsi natıkanın merkezi kalptir. Oradan tüm vücuda yayılır.

Hacc ise Hakikati İlahiye’de cemalullah ve celalullahı seyirdir. Böyle bir özellikteki müminin gönlünü maddi ve manevi bir yardımla ihya etmek ise manevi hacc hükmündedir.

Umre ise Hakikat-i İlahiye’de Hakikat-i Muhammediyeyi seyirdir. Bu özellikleri taşıyan bir müminin her türlü maddi veya manevi ihtiyacını gidermek manevi umre hükmündedir. Zahir hacc ve umre yapılarak bu irfan kemalle taçlanır.

Her insanın nefsi natıkası bu vasıflara sahip isede mümin kardeşin hadiste zikredilmesi, bu vasıfların taşınmasının istenmesidir. Başka bir kudsi hadiste ise şöyle (kısaca) buyuruluyor:

  • Ey Ademoğlu hasta oldum, ziyaretime gelmedin

            Ademoğlu sordu:

  • Ya Rabbi, sen alemlerin Rabbisin. Seni nasıl ziyaret edeyim. Allahu Teala buyurdu:
  • Bilmiyormusun? Falan kulum hasta oldu, Ama sen onu ziyaret etmedin eğer onu ziyaret etseydin Beni yanında bulacaktın. Allahu Teala devamla buyurdu:
  • Ey Ademoğlu, senden yemekle doyurulmamı istedim, ama sen Beni doyurmadın. Ademoğlu sordu:
  • Ya Rabbi seni yemekle asıl doyurayım? Sen alemlerin Rabbisin. Allahu Teala anlattı:
  • Falan kulum senden yemek istedi. Ama ona yedirmedin. Bilemedin mi? Ona yedirseydin beni yanında bulacaktın. Allahu Teala devamla buyurdu:
  • Ey Ademoğlu, senden su istedim, ama vermedin. Ademoğlu sordu:
  • Ya Rabbi sana nasıl su vereyim? Sen alemlerin Rabbisin. Allahu Teala anlattı:
  • Falan kulum senden su istedi, vermedin. Ona su verseydin Beni yanında bulacaktın. Bunudamı anlayamadın?

Bu kudsi hadisin manasını şu şekilde açabiliriz: “Ey Ademoğlu…” şeklinde olan hitap ruha, kalbe yani aslı olan nefs-i natıkayadır. Bilhassa nefsi perdelerle perdelenmiş aslına uzaklaşan nefse. Bu kalbe şöyle hitap edilmektedir:

“Ben, belli bir zuhur yerine tecelli ettim. Zuhura geldim orada. Yine belli bir taayyünde de aynı şekilde tecelli ettim, zuhur eyledim. Fakat bu has zuhurla perdelendim, gizlendim. Özellikle mutlak hakikatimi, hüviyetimi müşahede edilmeden yana sakladım. Belli bir şekle girmekten ve kayda sığmaktan yana kendimi sakladım, kapadım. Bütün bu işler bu belli taayyünün özünde oldu. Gel gör ki sen bu taayyünü bilmedin. Ki O mutlak hakikatimin, hüviyetimin aynıdır”.

Burada “Ya Rabbi sen alemlerin Rabbisin seni nasıl ziyaret edeyim?” cümlesi bir başka mana taşır.

Onuda anlatırsak şöyle demektir:

“Belli bir surette seni nasıl müşahede edebilirim? Bilhassa keyfiyeti ve şekli olan bir şeyde. Halbuki Sen bu gözle görülen alemlerin suretine inhisar etmekten ve belli bir şekilde almaktan yana münezzehsin.

“Bilmiyormusun?” kelimeleri ile başlayan cümlelerede verilecek mana ise şu şekilde olur:

“Sen şöyle bir marifete sahip olmadın mı ki, Mutlak Vücudun her taayyünde, yani göze gelen her belli şeyde kendi mertebesinde vardır. Sonra her taayyün hali mutlak olandan bir mana taşır. Halbuki Sen, anlatıldığı gibi, nefsinde bir irfana sahip olmadın. Sonra bilmedin ki, o hasta kulun hakikati hakikatimin aynıdır. Zira onda zahir olan Benim”

Yukarıda ki açıklama nazara alınarak “Bilmiyor musun?” şeklinde gelen cümlenin devamı olan “Eğer onu ziyaret etseydin Beni yanında bulacaktın…” cümlesine başka bir mana vermek icab eder:

“Durum yukarıda anlatıldığı gibi olunca anlayamadın mı ki, Mutlak Vücudum onun izafi vücudunda seyrini tamamlamaktadır. Onu zuhura getirmektedir. Onu ziyaret Beni ziyaret demektir.

Konumuz olan Hadisi Şerifin hepsini açıklamadık Ama kendisi ile kıyas yapılacak kadarını açıklamış olduk. Kalanıda buna göre kıyas etmek gerekir.

İşte hastalık, açlık, susuzluk gibi İlahi Zata atfedilemeyen vasıfların, ilahi hüviyetin kesafet, cisim mertebesindeki zuhurları olduğunu bu kudsi hadis bize çok güzel anlatmaktadır. İlahi hüviyetten başka vasıflananın olmadığını, her vasfın, Zatın zuhur yerinde ve kendi mertebesinde açığa çıkmış bir özelliğin olduğunu insan idrak etmelidir. Bu vasıflanmaların bir ilahi isim ile zuhura çıktığını kavramaktır. İlahi isimler ve sıfatlar çok olduğundan vasıfların çoğaldığını, ancak hepsinin uluhiyet kanalından tek ilahi hüviyete, Allah ismi camisi ile İlahi Zata dayandığını idrak etmelidir.

Söylenilen şudur. Bu vasıfları taşıyan bir insana su verseydin Bana ulaşmış olurdun. Ben o kişinin gönlündeyim. O’na su vermek vb. Bana su vermektir. Beni ziyaret etmek ve Beni yanında bulmak demektir.


önceki sayfa               sonraki sayfa

Ziyaret Bilgileri
Aktif Ziyaretçi5
Bugün Toplam208
Toplam Ziyaret840533
Hava Durumu
Saat
Takvim