Üyelik Girişi
Site Haritası
Önerilen Siteler

N. T. 2. Benlik Bilinci ve Ahlak İlişkisi

2. “BENLİK BİLİNCİ” ve AHLAK İLİŞKİSİ

Kişinin “ben” demesi fıtri bir özelliktir. Kişi dünyaya geldikten sonra edindiği her bilgi, ahlak tecrübe vb. şey ona ait olarak nefsinde yer eder. Kişi edindikleri bu şeylerle birlikte ve çevresiyle ilişkiler ile BEN bilincine ulaşır. Kendini bu şartlar ile bildiğinden, kimliğini ve şahsiyetini sorgulamadan “Benlik bilinci” oluşur. Kendini sorgulamaya ve “BEN” liğini soruşturmaya ise belirli bir zaman sonra başlar.

İşte kişinin karşısına çıkan en önemli soru ve sorun kim olduğu ve BEN dediği varlığın ne olduğudur. Zaman içerisinde ölümün er veya geç başına geleceği bilinci bu sorguyu çoğaltır. Çünkü “ölüm bilinci” bu soru ve sorunu her an karşısına çıkarmaktadır. Sorun ertelendikçe, kimlik sorunu azalacağı yerde artar. Dünya-ahiret dengesini kurmak ise zorlaşır. Kişinin kendisini bilmesi ve benlik bilincini sağlıklı temellere oturtması dünya mutluluğu içinde şarttır. Yoksa dünya çokluk alemidir. Çokluk ise insanı boğan ve yutan ve ona ahireti unutturan en önemli unsurdur. Çokluklar benlik bilincinin sağlıklı oluşturulmasında yardımcı olabileceği gibi aynı zamanda benliği onaylayıp onu kendinden uzaklaştırabilecek bir faktörde olabilmektedir.

Kişide “kendi benliği” ve çevresindeki her benliğin ayrı ayrı benliği” olduğu idraki oluşunca, bunları bir arada tutan gücün ne olduğu sorusu da kendiliğinden oluşur. Herkes kendi inancına göre bir yol tutar ve o doğrultuda yaşamaya başlar. “BEN” dediğimiz varlığımız temel olarak iki ana faktörden oluşmaktadır: Maddi vücud (beden) Manevi vücud (nefsi natıka). Bu iki ana faktörü birleştiren karmaşık unsurlardan makale içinde bahsedilecektir.

Tasavvuf zahir ve batın olan bu iki faktör arasındaki ilişkileri inceleyen ilim dalıdır. Bu iki faktörü birleştiren üçüncü faktörde “hayvani ruh”tur. Allah, hayvani ruhu nefsi natıka ile beden birleşmesinde kullanmıştır. “Nefisler bedenlerle birleştirilde” (Tekvir/7) ayeti bu hususu açıklar. Nefsi natıka sırf nurdur. Beden ise zulmettir. Yani asılları üzere birbirlerine zıttırlar. İki zıt “hayvani ruh” kanalıyla birleştirilmiştir. Hayvani ruhun ana görevi nefsi natıkadan aldığı (Allah kaynaklı) emirleri beden kanalıyla açığa çıkarmasında yardımcı olmaktır. İşte ahlak ile ilişkili bölüm bu noktada başlamaktadır. Kişi doğumdan sonra aldığı, edindiği her şeyle nefsi natıkadan ya faydalanmakta ya da onu örtmektedir.

Nefsi natıka insan ruhu olup Allah’ın nuru ve Kur’an’ın sırrını taşır. “Her doğan çocuk İslam fıtratında doğar. Sonra onu annesi, babası (çevresi) hristiyan, Yahudi, müşrik yapar” buyuran Hz. Resul (sav) doğumda her insanın nefsi natıkayı aslı üzere taşıdığını vurgulamaktadır. Doğumdan sonra çevreden alınan her şey kişinin nefsinde ya kirlenme ile örtülme neden olur, ya da o özelliğini koruyucu bir etken olur. Eğer nefsi natıka örtülecek olursa beden nurdan faydalanamaz ve karanlıkta (zulmette) kalır. Hayvani ruh beden üzerinde hakimiyet kurar. Yani kişide “hayvani ahlak” düsturu olan özellikler ve dürtüler hakim olur. Üstelik hayvani ruh nefsi natıkadan da güç alıp “hayvani ruhun” etkilerini bedende, hayvandan beklenenden daha üst düzeyde açığa çıkarır. yani hayvandan daha şaşkın ve aşağı ahlaki boyutlara bu nedenle yuvarlanabilir. Bunu belirten ayette “Onlar hayvanlar gibidirler, Hatta daha şaşkındırlar (aşağıdadırlar)” (Araf/179).

Nefsi emmare düzeyinde “vahşi hayvan” sıfat ve ahlakı ile nefsi levvame düzeyinde “ehli hayvan” düzeyinde bir ahlaka ve sıfatlar ile kişi davranışlarını sergiler.

Nefsi mülhime düzeyinde ise insani ruhun yani nefsi natıkanın beden üzerinde etkileri belirginleşir. Bu nedenle bu üç mertebedeki çalışmalar “nefis terbiyesi” adı altında tanımlanır. Bu aynı zamanda nefs tezkiyesidir. “Nefs tezkiyesi” her mertebede geçerli olup, nefsi asli olan Allah’ın Nuru ve Kur’anın sırrına ulaştıran yöntemlerin genel adıdır. Benlik bilinci nefs tezkiyesinin temelini oluşturur. Amaç “Nefsini bilen Rabbını bilir” hadisini yaşamaktır. Nefs temel olarak iki yönüyle bilinir:

  1. Taşıdığı ahlaki vasıfları ile nefsi bilme
  2. Nefsi hakikati ile bilme

Her nefs mertebesinde nefsin Kur’ani ahlaktan taşıdığı vasıflar değişmekte, düzey ve boyutuda farklılık arz etmektedir. Kısaca belirtirsek

Nefsi Emmare Sıfatları         İyi Ahlak Vasıfları

  1. Küfür                       1. İman, hikmet
  2. Şirk                         2. Tevhid
  3. Gaflet                      3. Allah’la uyanık olmak
  4. Günahlara dalmak       4. Emir ve yasaklara riayet
  5. Kibir                         5. Tevazu
  6. Hırs                         6. Kanaat
  7. Cimrilik                     7. Cömertlik
  8. Gazap                      8. Şecaat, ölçülü yaşam
  9. Hased                      9. Gıpta etmek
  10. Kin                          10. Hoşgörü
  11. Şehvet                    11. İffet

Kötü ahlak vasıfları özet olarak böyledir. Bunların kaynağı hayvani ruhtur. İyi ahlak vasıflarının kaynağı nefsi natıka’dır. Hangi taraf ağır basarsa bedende açığa çıkan davranışlarda bu yöndedir. Bunu tasavvuf ehli iki örnekle açıklamışlardır: Birincisi “Suyun rengi kabının rengidir” cümlesidir. Nefsine yansıyan tecelli ne kadar saf ve temiz olsada, nefsdeki ilim, ahlak ve tecrübe kabın rengidir. Dışa yansıyan davranışlarda kabın rengine göre olacaktır. Kişi bu nedenle “nefs terbiyesi ve tezkiyesi” yolunda her an ilerlemelidir.

İkincisi; “nefisler hokka, bedenler kalem, ruhlar kağıttır” benzetmesidir. Nefislerde hangi ahlak, ilim, tecrübe vs. varsa, bedenler onu açığa çıkaracaktır. Ruhlar (nefsi natıka) bu açığa çıkıştan etkilenecektir. Kötü ahlak vasıfları varsa zulmete (karanlığa) sürüklenecek, iyi ahlak vasıfları varsa kendi asli hakikatine, yani nura ve Kur’ana doğru yol alacaktır. Bu iki örnek nefs tezkiyesinin ne denli önemli olduğunu vurgulayan temel örnektir.

Nefsin hakikatini bilme ve nefsin Allah’ın tecelli mahalli olduğunu bilmekte diğer önemli husustur. Nefsimiz Hakka hangi bilgiyi (ilim-ahlak-tecrübe hususunda) veriyorsa, Allah’ta o bilgi üzerinden kula tecelli etmektedir. Bu ise tasavvufta “İlim maluma (bilinene) tabidir” kuralıdır. Bunu belirten kudsi hadiste Allah “Ben kulumun zannına göreyim” buyurmaktadır. “Kulun zannı” ise nefsindeki malum bilgidir. Bu malum bilgi, üzerinde çalışılması ve geliştirilmesi gerekli olan bilgidir. İşte “tasavvufta nefis tezkiyesi” nefisteki malum bilginin geliştirilmesi için en etkin yöntemdir. “Nefsini tezkiye eden (temizleyen-arıtan) kurtulmuştur” (Şems/9) ayetiyle adeta İslamın ana düsturudur. “Nefsini temizlemeyen (karanlıklara gömen) ziyandadır” (Şems/19) ayetiyle de bu yola çıkmanın gerekliliği vurgulanmaktadır.

İşte “BENLİK bilinci” bu noktada önemlidir. Benliğimizde bir bütünlük sağlayacak ve bizi dünya ve ahiret saadetine ulaştıracak temel husus, nefsi natıkanın bilinmesidir. Nefsi natıkayı benliğimizde (ENE) hakim kılmaktır. Nefsi natıka Allah’ın NURU ve KURAN sırrı olduğundan, Benliğimizi (ene) Allah ve Kur’an üzere süslemek kendimize yapabileceğimiz en büyük iyiliktir. “La ene illallah, la ilahe illallah” hakikati ile mutlak tevhide ulaşmak için çaba göstermeliyiz. “Muhammeden Resulullah” hakikati ile de “ENE” mizi Kur’an ve Sünnet ile sınırlamalı ve süslemeliyiz. Zira “BENLİK BİLİNCİ” “Kur’an ve Sünnet” ile dengelenirse, kişiyi hem dünya, hemde ahiret saadetine götürür. Ancak BENLİK (ENE) bu ölçülerle sınırlanmaz ise, kişiyi kötü ahlak vasıflarına sürükleyen unsur olur. Kısacası kişi cennetini ve cehennemini “Benlik bilinci” düzeyinde taşımaktadır. Eğer Kur’an ve Sünnet-i Muhammedi sınırları içerisinde “ENE”sini kullanırsa cenneti, “ENE”yi kendi heva ve hevesleri doğrultusunda kullanıp sınırlara riayet etmezse cehennemi yanında taşımaktadır. Bu nedenle “BENLİK BİLİNCİ” çok önemlidir. Benlik bilinci-idraki doğrultusunda ahlakı şekillenecektir. Bu nedenle “tasavvuf güzel ahlaktır. Kim ahlaken daha ileri düzeyde ise tasavvufta da ileridedir” buyurulmuştur.

“Benlik Bilinci”nin ve “Ene”nin Kur’an ahlakı olması gerekliğini vurgulayan kudsi hadiste şöyle buyurulmaktadır:

“Allah’ın Ahlakı ile ahlaklanınız; Peygamberin ahlakı ile ahlaklanınız” Hz. Resul (sav) de “Benim Mucizem Kur’andır” buyurarak ve Hz. Aişe (ra) da “O’nun ahlakı Kur’an idi” buyurarak bizlere gerçek yolu işaret etmektedir.

“Nefsinizden bir peygamber geldi” (Tevbe/128) hakikati ile her birerlerimizin nefsi natıkası da NUR ve KURAN üzere düzenlenmiştir. Hedef nefs tezkiyesi yolu ile bu yola çıkmaktır. “Allah ve Resulüne itaat edin” (Enfal/20) ayeti ile bu bir emirdir. Kişi “ene”sini yani “benliğini” ne kadar Kur’an ahlakı ile donatırsa, Müslümanlık derecesi de o kadar ileridedir. Allah, Resulü ve varisleri bu yolda ise rehberdirler.

“Benlik bilinci” “Allah ile” olunduğunun idrakine ulaştığında ve her nefsinde “Allah ile” irtibatlı olduğu bilindiğinde, kelime-i tevhidin hakikatine ulaşılır. Allah’ın muradı her nefsin Kur’an hudutları içerisinde yaşamasıdır. Kişiyi bu yoldan çıkaran ise, kendisindeki benlik bilincindeki kaymalardır. Kendini ayrı, başkalarını ayrı, her şeyi ayrı görme vehmidir. Böyle bir idrak “kelime-i tevhidi” lafzen söylensede, kişiyi Allah’a ulaştırmaz. Kendi benliğini, başkalarını ve her şeyi Allah’ın uluhiyeti (İlahlığı) ve Allah’ın tasarrufunda bilmek kişiyi Hakk’a ulaştırır. Bu ulaşmada yol ise sabittir. Kur’an ve Sünnet-i Muhammedi. Yalnız sadece zahir hükümlerle yaşanan bir hayat değil; hem zahir, hem batın, hem evvel, hem ahir olarak Hakikat-i Muhammediyi de içinde bulunduran Sünnet-i Muhammedi. “BENLİK BİLİNÇ” ayarlarını buna göre ayarlayabilmek, nefsi natıka Kur’an-ı Natık haline gelirki, o kişiden yaşama yansıyan Kur’an ahlakıdır. Hz. Ali (kv) gibi “Ben yaşayan Kur’anım” diyebilen mutlu kimselerden bu yansır.

Benlik, “Allah ile” değilde, sadece kendine yönelik olursa, böyle bir benlikte (ene) sınırlarda olmadığından ve her şeye BEN merkezli baktığından her türlü kötü ahlak açığa çıkabilecektir. Bunun kaynağı ise nefsin heva-heves arzu ve ihtiraslarıdır. Eğer bunlara “ilahi sınırlar” çizilmezse, hayvanlardan da daha aşağı ahlaki vasıflar çizilir. Böyle kişiler için Kur’an’da şöyle buyurulur: “Onlar Allah’ı unuttu. Allah’da onlara nefislerini unutturdu” (Haşr/19)

Bu kişiler nefsin hakikatini bilmeyerek nefsi emmare sıfatları ile yaşayanlardır. Halbuki Allah insanın yaradılış amacını şöyle açıklıyor: “Ben gizli bir hazineydim. Bilinmekliliğimi sevdim. Halkı yarattım. Ta ki Beni bilsinler”.

Allah bilinmesinin aracı olarakta nefsi natıkayı insana armağan etmiştir. Allah’ın hediyesine en güzel şekilde muamele etmek için ve “Nefsini bilen Rabbını bilir” hadisini yaşamak için en etkin yöntem nefs tezkiyesidir. Nefs tezkiyesinin yoluda “tasavvufta tevhid ve nefsi irfan yolu”nu mertebeleri ile yaşamaktan ibarettir.

Bu, benliğimizi “Kendinin bilinmesi” için veren Allah’a, O’nun koyduğu kural ve sınırlarla yol almaktır. BENLİK BİLİNCİ bu nedenle nefs tezkiyesinin temel unsurudur. Kendini bilmeyen Rabbını da bilemez. Bu dünyadan sadece gelip geçer.

“Bu dünyada âmâ olan, ahirette de âmâdır” (İsra/72) ayetinin hükmüyle ahirette de Hakk’ı bulamaz ve bilemez. Bu ise en büyük kayıptır. Bundan öte cehalet ve zulmet yoktur.

Herkesin kendi hakikatini idrak etmesi için Hakk’ın Nur ve Alim ismiyle tecelli etmesi niyazıyla…




önceki sayfa               sonraki sayfa
Ziyaret Bilgileri
Aktif Ziyaretçi2
Bugün Toplam292
Toplam Ziyaret841955
Hava Durumu
Saat
Takvim