Üyelik Girişi
Site Haritası
Önerilen Siteler

T.İ. 16. Tasavvufta İhlas ve Nefsi Natıka

16. TASAVVUFTA İHLAS ve NEFSİ NATIKA

İhlas, her türlü şirk, batıl inanç ve kötü ahlaktan uzak durmak; kullukta riyadan, beşeri, ilişkilerde menfaat hesaplarından sakınmaktır. Özetle ihlas, Allah’a vuslatta sadece Hakk’ı ve Hakk’ın rızasını gözetmek ve araya halkı sokmamaktır. Amellere, davranışlara, duygu ve düşüncelere değer kazandıran ihlas ve ihlasın düzeyidir. Amel ve ibadetlerde ihlas, bedene göre ruh mesabesindedir. Bu dünyada insan, ruh ve beden bir arada olduğunda bir anlam ifade eder. Amel ve ibadetler zahirimizi, ihlas ise batınımızı temsil eder. Zahir ve batını birleştirmek ise en kemalli haldir. İhlassız bir amelin anlamı olmadığı gibi, ihlasın kemal değeri yoktur.

İhlas kolayca ulaşılabilecek bir seviye değildir. Hatta insanın kendisini ihlaslı sanması, ihlas eksikliğinin belirtisi sayılır. Tasavvufta sıdk ile ihlas arasındaki sıkı ilişkiye dikkat çekilmiş, ihlas niyetteki sıdk ve sadakat olarak görülmüştür. Bu yüzden sadık ve muhlis aynı kapıya çıkan iki kavram olarak değerlendirilmiştir. Muhlis, gayret, çaba ilim ve irfan ile nefsi natıka hakikatine ulaşandır. Bunun gerçekleşmesi ise nefs ve tevhid mertebelerinin tahsili gerekir. Aynı zamanda ihlaslı kişi Mutlak Tevhide ulaşan kişidir. Bu yolda tevhidde devamlılık ve irfan düzeyi ile ihlas düzeyi arasında önemli bir paralellik söz konusudur. Kişi gizli şirk için içinde iken onun ihlasında eksiklik vardır. Bu eksiklik ancak MUTLAK TEVHİDE ulaşılınca kemale erer.

Böyle birisi nefsi natıkasını Rabbani ve ruhani vasıflarla tezkiyeye muvaffak olmuş ve sonuçta bu arınmayla Allah’ın Zati tecellisi ve inayetine ermiş demektir. Nitekim Kur’andaki “İblis dediki: Rabbım! Beni azdırmana karşılık bende yeryüzünde onlara günahları süsleyeceğim ve onların hepsini mutlaka azdıracağım! Ancak onlardan muhlas/ihlasa erdirilmiş kulların müstesna” (Hicr/39-40) ayeti bu hakikati ifade etmektedir.

Şeytan şirkin temel kaynağıdır. Tevhidin zıddıdır. İhlas ile tevhid ilişkisi ise en sağlam ilişki olup kopmayan bir zincirdir. Buna ulaşmanın yolu Kur’an ve Sünnete riayetten geçer. Nitekim ayette; “Kim Allah’a ve Peygambere itaat ederse, işte onlar Allah’ın nimetine eriştirdiği peygamberler, sıddıklar, şehidler ve Salihlerle beraberdir. Onlar ne iyi arkadaştır” (Nisa/69) buyurulmuştur.

İhlasa ermenin yolu tevhidde ısrar ve irfanı geliştirmede devamlılıktır. Nefsi natıka hakikatine ulaşma yolunda daim gayret içinde olmaktır. Nitekim ihlasla bu faaliyetlere sarılan ve Hakk’ın rızasını kazanmak için çaba sarfedenlerin sonuçta “ihlas hakikatine ve sırrına” ulaşabileceklerini şu ayet müjdelenmektedir:”Allah’ın rızasını kazanmak ve gönüllerdeki cömertliği güçlendirmek için malları hayra infak edenlerin durumu bir tepede kurulmuş güzel bir bahçeye benzer. Hemde üzerine bol yağmur yağdığında iki kat ürün veren bahçeye …” (Bakara/265)

Nefs tezkiyesi ve ibadetlerin ihlas yolunda ne kadar önemli olduğu vurgulanmaktadır. İhlas, Hakk’a adanmışlığın en yüksek seviyedeki tezahürü sayılabilecek bir vasıftır. İhlasın zıddı ve amellerde onu yaralayan özellik riya, nefsin hevası ve benliğe ait menfaatlerdir. Allah’ın Kur’an ve Sünnetine muhalif davranışlardır. Bunlar nefsani zaafler olup, bu zaaflardan kurtulmanın yolu ameli “Allah için” “Allah rızası için” yapmaktır. Ameli yaparken Allah’ın o ameli gördüğünü ve bildiğini bilerek, ameli “Allah ile” yapmaktır. Hakk’ın vekili ve halifesi olarak Hakk adına yapılan hizmetten lezzet duymaktır. Zira Allah ayette şöyle buyuruyor: “Onlar sadece Allah’a ibadetten ve dini yalnızca O’na has kılmaktan başkasıyla emrolunmadılar” (Beyyine/5)

İhlas kulu yakin makamlarına, ihsan ve ikan mertebelerine götüren bir özelliğe sahiptir. İhlas olmadan Hakk’a ait vasıflar ilmel, aynel ve hakkel yakin idrak edilemez. Bu mertebeleri aşarken en önemli etken ihlastır. Ancak ihlas ile Allah’a vuslat gerçekleşebilir. Nefsine ve Rabbine arif olunabilir. Edebin temelinde de bu ihlas hakikati yatar. Nefsin hakikatine arif olan hem kadrini bilecek, hem de haddini aşmayarak Hakk’a ve insanlara karşı edebini muhafaza edebilecektir. Bu nedenle nefsi natıka hakikatini bilmek ve ona ulaşmada nefs mücahedesi, tezkiyesi ve terbiyesi “ihlas sırrına” ulaşmada en önemli yöntemlerdir. Diğer tasavvufi ahlak vasıflarında olduğu gibi. İhlas ve edep sayesinde kul Kur’ana ve Sünneti Muhammediye’ye riayet etmede titizlik gösterecektir. Bilgi, bilgiyi doğurduğu gibi, bu yol katedilirken ihlasta ihlası doğuracaktır. Böylece “ihlas nuru” artarak “nefsi natıka nuruna” ulaşmada önemli rol oynayacaktır. Nefsi natıka “Allah’ın nuru” ve “Kur’anın sırrı” olduğundan kemal seviyede ihlas nuru, Nefsi natıka yani Allah’ın nuruna ulaşacak ve kamil manada ihlastan söz edilebilecektir. Bu nedenle ihlas her mertebedeki amel, ilim, irfan vb. ile her an nuru artan bir özelliğe sahiptir. Değişen ihlasın derinliği, düzeyidir. Örtülen nurun açılarak, aslına doğru yol almasıdır. Bu yolda Allah’ın yardımı ve kişinin gayreti ve azmi en önemli etkenlerdendir. Namaz ve sabır ve diğer ahlaki vasıflar kişinin yardımcılarıdır. Hakk’ın rızası ve ahiret bilincide kişiyi ateşleyen faktörlerdir. Nitekim ayeti kerimede “Dünya hayatını ve güzelliklerini isteyenlere, orada işlediklerinin karşılığını tastamam veririz, onlar orada bir eksikliğe de uğratılmazlar. İşte ahirette onlara ateşten başka bir şey yoktur. İşledikleri şeyler orada boşa gitmiştir” (Hadid/15-16) buyurulur.

Aksine ihlaslı kul dünya-ahiret dengesini ve zahir-batın ilişkisini kurandır. Bunda ölçü olarak şu iki hadisi temel olarak alır:

“Hiç ölmeyecekmiş gibi dünya için, yarın ölecekmiş gibi ahiret için çalışınız”

“Dünya ahiretin tarlasıdır”

Bu nedenle ihlaslı kul bütün amellerinde “el işte, gönül yarda” hakikatiyle yaşar.

Yapılan işer aynı olsada, amele karışan niyetin sonuçları değiştireceği açıktır. “Ameller niyetlere göredir” hadisi bunu açıklar. Niyet ihlaslı olursa, amel büyük bir ruh kazanır. Bu ruhla sonuçlar hem dünyada hem ahirette kazanç getirir. İhlas ve niyet, amel ve davranışlara ilahi yardımı çağıran ve manevi bir gücün oluşumunu sağlayan yüce bir duygudur. İhlas sahibi kullar, ihlassız kimselere nisbetle daha güçlü ve başarıya daha yakındır. Nitekim Allah şöyle buyurur: “Nice sayıları az topluluklar vardır ki sayıları çok olan topluluklara Allah’ın izniyle (ihlasları sayesinde) galip olmuşlardır. Çünkü Allah sabredenlerle beraberdir” (Bakara/249). Bu yol Kur’an ve Sünneti yaşamakla mümkün olur. Dünya menfaatleri, nefsani arzular, şeytanın iğvası ve heva ve heves tuzakları (bencillik) görünmeyen mikroplar gibi insanın düşünce ve davranışlarına sırayet ederek ihlası bozan faktörlerdir. Bunlardan kurtulmanın yolu nefs mücahedesi, tezkiyesidir. İlim ve irfan elde ederek bunlarla mücadeledir. Bu nedenle “Mücahid, nefsiyle savaşandır” buyurulmuştur. Bu mücadeleyi yapmayan ve ihlasa ulaşamayanlara ise şöyle buyurulur: “Siz tükettiniz dünya hayatınızdaki nimetlerinizi ve onlarla safa sürdünüz. Bugün size sadece horlanma ve azap vardır” (Ahkaf/20).

İhlaslı olmamız için Allah bizi şöyle uyarıyor:

“İnsanlar ihlaslı ibadetten başkalarıyla emrolunmadı” (Beyyine/5)

“Halis din Allah için olandır” (Zümer/3)

Şeriat-ı ve Sünneti Muhammediye ilim, amel ve ihlas şeklinde olup, en üst mertebede “ihlas sırrı” bulunmaktadır. Tasavvufta bu üç temel üzerine bina edilir. İmam-ı Rabbani bu konulara açıklık getirirken şu hususlara değinmektedir:

“Sufilerin ihtisas alanı olan tarikat ve hakikat-marifet şeriatın üçüncü cüzü olan ihlasın kemale erdirilmesine hizmet ederler. Bu üçünden maksat şeriatı tamamlamaktır. Tarikat ve hakikat makamlarının kat edilmesinden maksat, insanı rıza makamına götüren ihlası elde etmektir.”(36. Mektup).

Şeriat-ı Muhammedi, şeriat, tarikat, hakikat ve marifet mertebelerinin tahsili ile gerçekleşen en ulvi hakikattir. Onun zirveside “ihlas sırrına” ulaşmaktır. Sıddık olabilmektir. Muhlas ve muhlis olabilmektir. Bu hale ulaştırmayan yollar ise batıl veya atıldır veya kişinin anlayışı, iradesi ve azminde sorun vardır.

İmam-ı Rabbani bu hususta şöyle buyurmaktadır:

“Tarikat ve hakikat ihlasın olgunlaşması hususunda şeriata hizmet etmektedir. İşin özü budur. Fakat herkesin anlayışı bunu idrak edememektedir. İnsanların pek çoğu uyku ve hayallerle yetinmekte, ceviz ve muza kanmaktadır. Böyle insanlar şeriatın kemalatına ve hakikatin özüne nasıl ulaşabilir ki! Daha düşük makam ve hallere kanmaktadırlar” (38. Mektup).

Kamil ihlası elde etmek için, Allah’ı Zatı için sevmek ve O’nda fani olmak ve baki olmak gerekir. Salik, Rabbani bir menfaat karşılığı ile değil de sırf O’nun kulluğuna layık olabilmek için, “abduhu sırrına” ulaşmak için O’nu sevmeli ve ibadet etmelidir. “Allah ile” ve “Allah için” faaliyette bulunmalıdır.

İmam-ı Rabbani bu hale ulaşmanın yolunu şöyle açıklıyor:

“İhlas ancak fenafillahtan sonra ele geçtiğine göre o kadar alim, salih ve hayırlı kimselerin fena makamına erişip ihlası bulamadıklarından, bunların Allah’a asi olması gerekmez mi? Denilemez. Zira bu kimseler ihlasın bir bölümüne sahiptirler. Bu sebepledir ki ehlullah “fenafillah olmadıkça ihlas ele geçmez yerine, fenafillah olmadıkça ihlasın hakikatine erişilmez” sözünü tercih etmişlerdir” (38. Mektup).

Başka bir deyişle bir şeyin tümü elde edilemiyorsa onun parçası terk edilmez. Bir insan “ihlasım az” diyerek ameli terk etmemeli, elinden geldiğince “Allah için” iş yapmaya gayret etmelidir. Bu şekilde yaptığı her amel ile “ihlas nuru” biraz daha parlayacak, Allah’ın nurundan hissesini alacaktır. Bunun için zahiri ve batını bütün sahte ilahlardan kurtulmak ve tevhide ulaşmak yolunda gayret etmelidir. Zira ihlas düzeyi ve tevhid idrak düzeyi arasında olumlu bir ilişki vardır.

Bu nedenle “ihlas suresi” bütün şirkleri ortadan kaldıran ve Allah’ın Zatı sıfatlarını anlatan suredir. “Kulhüveallahu ahad” (İhlas/1) ayeti Allah’ın Vücud ve Vahdaniyet sıfatlarını anlatır. “Allahussamed” (İhlas/2) ayeti “Kaim bi nefsihi” Zati sıfatını temsil eder. “Lem yelid ve lem yüled” (İhlas/3) ayeti Kıdem ve Beka sıfatlarını insanların idraklerine sunar. “Velem yeküllehu küfüven ehad” (İhlas/4) ayeti ise Allah’ın Zati sıfatlarından “Muhalefet lil havadis” sıfatını idraklere sunar.

Allah bu Zati sıfatları yoluyla Zatı uluhiyetini idrak edebilmemiz için “nefsi natıka” ya bu sıfatların mazharı kılmıştır. Zatı sıfatların nefsi natıkaya tecellisi oranında ve tecelli anında bu sıfatlar ile zuhura çıkmaktayız. Surenin ihlas olması, ihlas sırrınında nefsi natıkamızda dürülü olduğu dikkate alınacak olursa, ihlas sırrına ulaşmak için “nefsi” ve “Rabbı” irfan yolunda Mutlak Tevhide doğru yol almamız gerektiği açıktır. Bu ise nefsi ve tevhidi irfan yolu ile mümkündür. Aşılan her nefis ve tevhid mertebesi kişiyi “ihlasın hakikatine ve sırrına” ulaştıran makamlardır.

Bunun zirvesi nefsi natıka hakikatini ve emanetini sahibi olan Allah’a teslim ederek “fenafillah” hakikatini yaşamaktır. Bunun karşılığı ise Allah’ın Zatı, sıfatları ve isimleri ile o kişiyi “bekabillah”a ulaştırmasıdır. İşte nefsi natıkaya olan bu tecellilerle kişi “ihlas sırrına” ve “ihlas hakikatine” ulaşır. Allah kudsi hadisinde bu sırrı şöyle vurguluyor: “İhlas sırrımdan bir sırdır. Onu kullarımdan sevdiğimin kalbine bir vedia olarak bıraktım…” Şöyle izah edilebilir. İhlas vücud (varlık) sırrımdan bir sırdır. Ama bu taayyünatla kapalı olan varlığımın sırrından. Sevdiğimin kalbinde (nefsi natıkasında) onunla tecelli ederim. Ve onu varlığımda fani kılarım. O kadar ki Benden başkası onu bilemez, onun haline muttali olamaz. Hatta bunu kendiside bilemez. Yani ihlas sahibi… Çünkü o, ihlasta o kadar ileri gitmiştirki ihlasınıda unutmuştur. Kendine mal edeceği varlığı kalmamıştır. Her şeyini Allah’a teslim etmiş, Allah ile var olmuştur. Hatta kendisi ile ihlasa geçilen şeye nisbet edilen ihlastan yanada fena halini bulmuştur. Ve O, Mutlak Hakk’ın müşahedesine o kadar geçmiştir ki vahdetten de kesretten de olmuştur. Çok çok ötelere varmıştır. Allah’ın Zati tecellisinde “ölmeden önce ölmüş” ve “İlim ile diri olan ebeden ölmez” sırrına ulaşıp künhüzat cennetin de yerini almıştır. Bu konuyu açan Hz. Ali (kv): “İhlasın kemali O’ndan sıfatın kalkmasıdır” buyurmuştur. Yani Zata ulaşmak ve Zat tecellisini içinde O’nun hüviyetine bürünmektir.

Bu hale ulaşmanın yolu ise “nefsini bilen ve Rabbını bilir” hadisi ışığında ilim, irfan ile nefs ve tevhid sırrına ulaşmaktır. Nefsi natıkamızı asli hali olan Allah’ın nuruna ve Kur’anın sırrı makamına ulaştırmaktır. Bunun yolu ise nefs ve tevhid mertebelerini ilim ve irfan ile katedip, irfanı hale geçirmektir. Bunun sonu ise “Allah ahlakı”, “Peygamber ahlakı” ve “Kur’an ahlakı” ile ahlaklanmak ve Allah’ın boyası ile boyanmaktır. “İhlas sırrı” yolu ile de kendi sırrına ulaşır. Bu sırda şu kudsi hadiste gizlidir: “İnsan benim sırrımdır, Ben insanın sırrıyım”.

Bu sırlı yol nefsi natıka verilerek, her insana potansiyel olarak sunulmuştur. Bu da şu kudsi hadislerde belirtilmiştir:

“Ben gizli bir hazineydim. Bilinmekliliğimi sevdim. Halkı yarattım. Ta ki Beni bilsinler”

“Ey Ademoğlu! Seni Kendim için yarattım. Alemleri de senin için yarattım”

“İnsan kendi kadrini ve kıymetini bir bilebilse…”


önceki sayfa                 sonraki sayfa
Ziyaret Bilgileri
Aktif Ziyaretçi3
Bugün Toplam250
Toplam Ziyaret836131
Hava Durumu
Saat
Takvim