Üyelik Girişi
Site Haritası
Önerilen Siteler

T.İ. 1. Kenz-i Mahfi = Gizli Hazine

1. KENZ-İ MAHFİ = GİZLİ HAZİNE

İslami – tasavvufi kanaate göre hiçbir şey halk edilmeden (yaratılmadan) önce ezelde sadece “Allah” vardı. Zatından Zatına tecellisi ile ilmini açtı. Yalnız varlıkların ayan-ı sabitesi (ilmi hakikatleri), yani ne şekilde halk edileceği, taslağı planı, programı Allah’ın indinde vardı. Sonra zaman, mekan vb. eşya yaratıldı. Zamansızlıktan zaman, mekansızlıktan mekan halk edildi. Allah için ise zaman ve mekan yoktu. Zaman ve mekan halkettikten sonra oluştu. Mevlana (ks) bunu şu şekilde ifade eder: “Allah bildiğini ortaya koymadıkça, adeta ilahi tasavvur, ilahi plan ayan-ı sabiteyi meydana çıkarmadıkça da, cihana doğurma dert ve zahmetini vermedi”.

Tasavvufta kenzi mahfi düşüncesine göre Cenab-ı Hakk gizli hazine iken bilinmekliliğini sevmiş ve bilinmek için mahlukatı yaratmıştır. Ve insan, ezelde “kalu bela” anında muhatap olduğu “Ben sizin Rabbiniz değilmiyim?” hitabının güzelliği karşısında adeta vurulmuş ve ilk aşk şerbetini o zaman içmiştir. Aslında Allah Kendi Zatını, nefsini ilmiyle biliyordu. Kenz-i Mahfi (gizli hazine) alemlerde tecellilerini açığa çıkarmadan önceki haliydi Zatın. “Küntü kenzen mahfiyyen fe-ahbebtu en urafe fe halaktül halka li urafe” kudsi hadisiyle “Ben gizli bir hazine idim, bilinmekliliğini sevdim, bilineyim diye mahlukatı halkettim” alemlerde zuhurunu açıklamaktadır.

Kenzi mahfi (gizli hazine) terimi “Gaybde saklı bulunan ahadiyet hüviyeti olup gizli olanların en gizlisidir” diye tanımlanmıştır. Burada mutlak anlamda gizli (gayb-sır) olan hüviyete ve Zata “kenzi mahfi” denilmesi, O’nun bu mertebede (Zatı Ahadiyet hüviyeti) hiçbir zaman bilinemeyeceğini ifade etmek içindir. “Zatını tefekkür etmeyiniz” ve “Künhü Zatını idrak edemedik” denilen bu mertebedir.

Bilineyim diye halkı (alemleri) halkettim (yarattım). Burada geçen “ahbebtü” (istedim)muhabbet, “bilinmek” marifet kökünden geldiği için mutasavvuflar alemlerin yaradılışı muhabbet ve marifetle açıklamışlardır. “Sevginin ve aşkın bilinmekliğe yönelişi” diye tanımlanan “nikah” tan oluşur. Bu nedenle zuhura çıkan mertebelerde “nikah mertebeleri” diye adlandırılmaktadır. Bu sevgi ve muhabbetle bilinme sıfat ve isimlerinin zuhur etmesi şeklindedir. O sadece bu yönden bilinir hale gelmiş, mutlak gayb olan hüviyeti ve Zatı itibariyle gizli hazinesini açmıştır. Açtığı kadarıyla zuhura çıkmış ve hüviyetini izhar etmiş açmadığı yönü ise “hüviyet gaybı” olarak gizli hazine olarak korunmuştur. Açtığı hüviyeti ile de “bilinmekliliğini sevmiş” ve bu yönüyle “bilinmek” istemiştir. Alem muhabbetle varolmuş, Ahadiyeti Zatın sevgisinden vücuda gelmiştir. Zatı hüviyetini gaybden şehadete muhabbetle açmıştır. Cenabı Hakk insanı ve diğer varlıkları Kenz-i mahfi vahdetinden izhar edip halketmiştir. Kenzi mahfinin ilk mazharı Hakikati Muhammedi ve Nefsi Muhammedi’dir. Bu nedenle O olmasaydı alemlerde halkedilmezdi. Bütün mahlukat kenzi mahfi Zatının aynasıdır. Gayb aleminin gizliliklerini kenz-i mahfi içinde gizlidir. Evliyanın ruhları da Kenzi mahfinin gizli hazineleri arasındadır. Kenzi mahfi sırrı arifin gönlünde gizlidir. Ariflerce;

                        Küntü kenzin sırrı, cisim içinde nihan imiş
                        
Zikr et Hakk’ı ey muttaki, tevhid onu açar imiş.
                        Kenzi mahfi aşikar hep sendedir
                        Yaz u kış, leyl ü nehar hep sendedir
                        Gayra bakma, sende iste sen de bul

buyurulmuştur. Kenzi mahfi sırrına eren arifibillah ve ehlullah olur. Arif kenzi mahfi sırrındaki pazarda ilim ve irfan alışverişi yapar. Onun dilinden o makamın sırları dökülür. Gizli hazineden aldıklarını halka aktarır. Kenz-i mahfi sırrını akıllar idrak edemez, ancak hal ehli olanlar onun manasını ve hakikatini gönüllerinde bulurlar. Bu ise ab-ı hayat ve ab-ı kevserdir.

Kenzi mahfi “ahadiyeti Zat” mertebesidir. Bu mertebede Hakk’ın Zatının hakikatidir. Hakk’ın bundan üstün mertebesi yoktur. Hakk’a ait bütün mertebeler Ahadiyet mertebesinin altındadır. Bu mertebe Allah’ın Zat mertebesidir. Zuhur olmadığından “Allah” ismi bile yoktur. Zatın kendini “BEN” diye ifade ettiği mertebedir. Onun Zatı ise asla bilinemez. Cenab-ı Hakk bu mertebede henüz isim ve sıfatlar mertebesine inmediği için, bütün isim ve sıfatları Zat-ı Ahadiyetinde yok hükmündedir. Allah ismi ile uluhiyeti kanalıyla isim ve sıfatları ile bilenebilen mertebeye tecelli eder. Ahadiyet Zat tecellisinden ibarettir. Allah ismi ile Uluhiyeti Zat mertebesine indiğinde isim ve sıfatları ile bilinebilir. Ahadiyet Hakkiyet ve halkiyet itibarlarının olmadığı mertebedir. Ahadiyeti Zat mertebesinde isim ve sıfatlar henüz açığa çıkmamış, gizli hazine (kenzi mahfi) hükmündedir. Bu mertebede Hakk kendi kemalatını Kendi Zatıyla bilir. Ancak uluhiyet mertebesine indiğinde Allah ismiyle bilinir ve isim ve sıfatların zuhuru söz konusu olur. Yani Ahadiyeti Zat (kenzi mahfi) isim ve sıfatların kaynağı, uluhiyeti Zat isimlerin ve sıfatların açığa çıktığı mertebedir. Bilinmekliliği için zuhura getirdiği isim ve sıfatları ile bilinebilir. Mahlukat ise bunlardan farklı değildir. Hüviyetini “halk” olarak açığa çıkarışıdır. Vahdet-i Vücud düşüncesinin temeli budur. Tek Vücud hüviyetinde kendi isim ve sıfatlarını zuhura çıkardı, taayyün ve tecelli mertebelerinde hüviyeti her alem nefsi için bir itibar ve izafi hüviyet kazandı. Bu suretle bilinir oldu. İbnul Arabi bu hakikati şöyle açıklamaktadır:

Ahadiyeti Zat mertebesi cümle esma ve sıfatın kenzi mahfisidir. Ne zamanki kenzi mahfideki kamin olan sıfat ve esma zuhura çıktılar, Mutlak Vücud-ı Hak isim ve sıfatları rahmetle (nefesi rahman) açığa kendinden zuhura çıkarmış oldu. Ve zuhur (açığa çıkış) Vücudu gerektirdiğinden ve Hakiki-Mutlak Vücuddan başka mevcud olmadığından, bunların zuhuru için kendi Zat mertebesinden tenezzül ve onlara Kendi Vücudundan bir vücud (varlık) vererek iktiza eyledi. Ve bu tenezzül muhabbet kaynaklı hareketle meydana geldi. Mutlak Vücud, Hakikati Muhammedi mertebesine taayyün ve tenezzül eylemiş oldu. Bu nedenle hafi (gizli) terimi bu mertebeye göre oldu. Yoksa kendi Zatına gizli değildi. Kendindeki kemalatı “şuhud zevki” ile bilmeye muhabbet ettim anlamına geldi. Nefesi Rahmanın muhabbetinden hareket hasıl oldu. TEK ve BİR VÜCUD ve HÜVİYET, MERTEBELER ve DÜZEYLERDEKİ İZAFİ HÜVİYET ile çoğalmış oldu. Çokluk (kesret) ise isim ve sıfatların çokluğu olup, aslı vahdettir. Bu VAHDET-İ VÜCUD’ un kısaca izahıdır. TEK VÜCUD’ da başkası olmadığından şuhud edilende tektir. Bu da VAHDET-İ ŞUHUD’ un açılımıdır. TEMEL BİR’dir. Kenzi mahfi açılmış, açıldığı kadar bilinmiş ve şuhud edilmiştir. Açılmadığı yönü ise hala gizli hazine (kenz-i mahfi) dir.

TEK VÜCUDUN gaybten şehadete taayyünü, tenezzülü ve tecellisi söz konusudur. Batından ve evvelden; zahire – ahire yöneliştir. TEK VÜCUD HÜVİYETİ, zahir-batın-evvel ve ahir olmak üzere itibarlara bürünmüştür. Kenz-i mahfi sırrı açıldığı ve açtığı kadarıyla bilinmektedir. Vücud-ı Hakk’ın açılımı olan Vücud-ı alemin sebebi ise ilahi aşktır. Vücud-ı Hakk’ın esma ve sıfatlarını açması ve bu suretle bilinmesini murad etmesidir. Bu nedenle insanı “kendi sureti ve Rahman suretinde” halk etmiş ve insanı isim ve sıfatlarının sureti kılmıştır. İnsanın batını Hakk, zahiri ve sureti halk oldu. Zahir ve batın Hakk’ın itibarları olduğundan, insan hüviyetiyle kendi nefs mertebesindeki Hakk’ın hüviyetini temsil etmiş oldu. Nefsini bildiği kadar, Hakk’ı bilmiş oldu. Bu nedenle Hz. Resul (sav): “Nefsini bilen Rabbını bilir” buyurarak “bilinmenin” ve “irfanın” yolunu insanlığa sunmuş oldu.

                        Kenz-i mahfidir vücudun, etti Hakk ondan zuhur
                        Cümle eşyaya tecelli kıldı ondan ism-i nur.

Yukarıdaki anlatılanı iyice anlaşılabilmesi Vahdeti Vücud ve taayyün mertebelerinin bilinmesine ve nefsin hakikatine arif olmaya bağlıdır.

 

1 Kevn ü mekândan geçenin
Menzili ‘arşu’llâh olur
Yokluk meyinden içenin
Varlığı kenzu’llâh olur

2 Her kim ki ister yârını
Bıraksın elden varını
Gören dostun dizârını
Bugün fenâ-fi’llâh olur

3 İren fakrın tamâmına
Kanar vuslatın câmına
Fenâ-fi’llâh makâmına
Ulaşan mahvu’llâh olur

4 Her kim ki terk-i cân olur
Bir cânına bin cân olur
Nefsini fehm eyler bilür
Hem ‘ârif-i bi’llâh olur

5 Berzah ilinin âfeti
Pür-nûr olur şekâveti
‘Âşıkların ziyâreti
Oldur ki beytu’llâh olur

6 Bulan bu ‘aşkın dadını
Keşf eyler ‘ilm-i bâtını
Mukarreb eyler adını
Hâl-ile ehlu’llâh olur

7 Maksûdımuz önden sona
Budur ki dirüm ben sana
Sırdur seni viren ana
Tevhîd-i zâtu’llâh olur

8 ‘İlm ü ‘irfân olur sözi
Sırr-ı Furkân olur özi
Her kande kim bakar gözi
‘Ayn-i kudretu’llâh olur

9 Bilmez olur solın sagın
Seyrân ider dostun bâgın
Anca tuyar cân kulağın
Hıtâb-ı sırru’llâh olur

10 Bî-nişândur soyladıgı
Lâ-mekândur yayladıgı
Dâ’im dilde söylediği
Ol küntü kenzu’llâh olur

11 Kanda kim var hak meydânı
Almayalar degme cânı
Zirâ ki her cân mülkünü
sanma ki ‘aşku’llâh olur

12 Şol cân ki ‘aşkıñ yiridür
Kâmil gerekdür arıdur
Kâmil ki şol ‘aşk eridür
Dâ’im işi Allâh olur

13 Ümmî Sinânıñ irdügi
Cânını kurbân virdügi
Dâ’imâ anuñ gördügi
Cemâl-ı zâtu’llâh olur

                                   Hz. Ümmi Sinan (ks)


önceki sayfa               sonraki sayfa
Ziyaret Bilgileri
Aktif Ziyaretçi1
Bugün Toplam284
Toplam Ziyaret835865
Hava Durumu
Saat
Takvim