Üyelik Girişi
Site Haritası
Önerilen Siteler

T.İ. 67. Rüya İlmi ve Hakikati



RÜYA İLMİ VE HAKİKATİ


Hakk, ZATİ NEFSİ ile kaimdir. Nefsi Hüviyeti ile HAYY ve KAYYUMDUR. Hüviyetini alemlerde ZAHİR etmiştir. Bu zuhurdan önce BATIN ve EVVEL mertebesinde İLMİ ZAT mertebesinde, NEFSİN ‘de ilmi hakikatleri (ayan-ı sabite) teşekkül etmiştir. Her insanın ve her mevcudun Allah’ın ZATİ ilminde olan bu ilmi hakikatler Hakk’ın ilahi isim ve sıfatlarından ibarettir. İşte her insanın NEFSİ NATİKA sındaki ilahi bilgiler ve her mevcudda kayıtlı ilimler, taayyün ve tecelli ile suretlenerek MİSAL ALEMİNE nüzul ettiğinde, bu hakikatler uyku halinde görüldüğünde RÜYA; uyku-uyanıklık arasında görüldüğünde YAKAZA- ZUHURAT, uyanık iken, görüldüğünde MÜŞAHEDE adını alır. İşte insanlar uykudadır, ölünce uyanırlar” hadisiyle, gaflet içinde dünya yaşamının “UYKU” dan ibaret bir RÜYA, olduğu vurgulanıyor. “Ölmeden önce ölünüz” sırrıyla “nefse arif” ve “eşyanın hakikatine vakıf” olma ile uyanık ile müşahedeye ulaşılabileceği müjdesi verilmektedir. Bu ön bilgiden sonra ayet ve hadislerle konuyu inceleyelim:

Rüyada ne görülürse görülsün “RÜYA MİSAL ALEMİNE YANSIYAN HAKKIN İLMİ VE İLMİNİN BİR YÜZÜDÜR” diyerek şu hadise göz atalım: “Rüya üç kısımdır: Biri Allah’tan müjdedir. Biri nefsin konuşmasıdır. Biri de şeytanın korkutmasıdır.” Birinci kısım yani Allah’tan müjde olan rüyalar Allah’tan müjdedir. Müjde olan rüyalar; kişinin ilahi ayan-ı sabite= ilmi hakikat programındaki hakikatlerin nefsi natıkaya yansımasıdır. Kişi bu suretle “NEFSİNDEKİ HAKK” ile ve kişiye NEFSİ ve “nefsindeki istidat ve kabiliyeti” bildirilerek Hakk’a davet edilir. Hakk yolunda ise mertebesi ve/veya ulaşabileceği mertebeler kişiye müjdelenir. Bu suretle kişi nefsi hakkında hem uyarılmış, hem müjdelenmiş olur. Hakk bu suretle o kişiyle meşgul olduğunu, onunla irtibat içinde olduğunu ve bu irtibat ve beraberliğin devamı için, kulununda atım atması gerektiğini ona bildirmektedir. Bunu anlatan hadislerde: “Benden sonra, nübüvvetten sadece mübeşşirat (müjdeler) kalacaktır” Yanındakiler sordu: Mübeşşirat nedir? “Salih rüyadır” diye cevap verdi”, Başka hadislerde: “Doğru sözlü olanın rüyası salih rüya olur”, “Salih rüya Allah’tan vahiydir”, “En sadık rüya seher vakitlerinde görülen rüyadır”, “Zaman yaklaşınca, müminin rüyası, neredeyse yalan söylemeyecek. Müminin rüyası, neredeyse yalan söylemeyecek. Müminin rüyası nübüvvetin kırk altı cüzünden bir cüzdür. Nübüvvetten cüz olan şey yalan olmaz” buyurmuşlardır.

(46) Kırk altı cüzden bir cüz olmasının sırrı ise 23 yıllık risaletin ilk altı ayında, Efendimiz’in tebliğinin sahih rüya ile başlamasıdır. Daha sonra MÜŞAHEDE yoluyla olduğundan 46 cüzden bir cüz olarak ifade edilmiştir.

RÜYALARIN İKİNCİ KISMI NEFSİN KONUŞMASIDIR. Bu tip rüyalar kişinin içinde bulunduğu “NEFS MERTEBESİ” nden açığa çıkan ve çıkardığı ilmi bilgilerin misal aleminde suretlenmesidir. Kişinin Nefs mertebesi hakkında da önemli bilgiler içerdiği için “seyri suluk” içinde oldukça önemlidir. Mürşidin, o kişiyi uyarması ve müjdelemesi ve bazı ilimler ile nefsini bir mertebe öteye taşıyarak bilgileri o kişiye sunması bu rüyadaki bilgilerle temin ve tesis edilir.

RÜYALARIN ÜÇÜNCÜ KISMI ŞEYTANIN KORKUTMASIDIR. Bu da Allah’ın ilmi dışında değildir. Zira şeytan Mudill tecellisidir. Kişinin nefsindeki mudill etkisini gösterir. Kişi bu bilgilerle uyarılır. Günaha girmesi engellenerek ve/veya tevbe etmesi sağlanarak kişinin nefsine yardımcı olunur.

Rüya, hangi tür olursa olsun; kişinin Hakk ile irtibatının devam ettiğinin müjdesidir. Nefsi zulmette olanlar ise zamanla RÜYA görmez olurlar. Zira Hakk NURU tamamen örtüldüğünden zuhura çıkaracağı bir şey kalmaz. Bu şu ayetin tahakkuk etmesidir: “Onlar Allah’ı unuttu;  Allah ‘da onlara nefislerini unutturdu” (Haşr/19)

Rüya yorumunu ise NEFSE ARİF olan ve nefsinde İLMİ İLAHİ ve NURU İLAHİ olan HÜR KAMİL İNSANLAR yapabilir. Bunu ifade eden ayetlerde: “And olsun ki , Allah gerçekten resulüne o rüyayı HAK olarak gösterdi“ (Fetih/27), “Rabbim! Sen Bana mülkten bir nasip verdin. Ve Bana rüyaların tabiri ilmini verdin” (Yusuf/101).

Rüya ilmi ve nuru olmayanlar içinde şöyle belirtiyor: “Bunlar birtakım karışık rüyalar; yok onu kendisi uydurdu; yok o bir şairdir; öyle değilse, önceki peygamberlerin gönderdikleri gibi bize bir mucize getirsin” derler” (Enbiya/5), “Dediler ki: Rüya dediği, demet demet hayallerdir. Biz ise bunların tabirini bilmiyoruz.” (YUSUF/44). Salih Rüya ile istidatları aynel yakin kendilerine gösterilen kişilerin, bu istidatlarını hakkel yakin şehadet aleminde gerçekleştirdiklerinde ise bu kişiler şöyle müjdelenmektedir: “Rüyaya gerçekten sadakat gösterdi. Biz güzel davrananları böyle mükafatlandırırız.” (Saffat /105).

İstidatları gösterilip, bunu şehadet aleminde hakkel yakin zuhura getirmeyenler ise bu yolla uyarılmaktadır. Hakk’ın ilahi ayan-ı sabite programındaki “nefsi hakikatini” zuhura çıkaramayanlar bu nedenle sorumludur.  Zira “ Evet Rabbimizsin “ misakında “ nefisleriyle ŞAHİD, olmuşlardır. Söze sadakat, ahde vefa ise şarttır. Misal alemi ve Rüyalar için biraz daha bilgi vererek konuyu açalım:

Âlem-i Misâl : (Misâller âlemi) Bu mertebe Zât’ın hariçte bir takım lâtif şekil ve sûretlerle zuhurudur. Bu mertebeye “misâl âlemi” denilmesinin sebebi, “Rûh âlemi”nden meydana gelen her bir ferdin, cisimler âleminde kazanacağı sûrete benzeyen bir sûretin bu âlemde meydana gelmesidir. Bu sûretleri hayâlimizde idrak edebildiğimiz için, buna “hayâl âlemi” de diyebiliriz. Tasavvuf erbabı misâl âlemini iki kısma ayırmışlardır.

1. Buna “misâl-i mutlak”, “hayâl-i mutlak”, “hayâl-i munfasıl” (ayrı olan hayâl) gibi isimler verilir. Bu âlemin idrak edilmesi için, insânın hayâl kuvveti şart değildir; görme kuvveti ile de idrak edilebilir. (Aynada ve parlak satıhlarda görünen sûretlerin göz ile idrak edilmesi gibi...) Bu mertebeye “ayrı olan hayâl” denmesinin sebebi insânın “hayâl kuvveti”nden ayrı olarak mevcûd olmasından dolayıdır. Rûhların ceset rengiyle görünüşü bu kısımdandır. Nitekim ölen bir kimsenin rûhu, rü’yâda cismani bir sûretle görülebilir. Kâmilin Rûhu, müridine cismani sûretle görülebilir. Kâmilin Rûhunun, müridine cisim olarak görünmesi de bu kabildendir.

Misâl âlemine, “berzah”, tif olan mürekkebât âlemi” de derler. Bir kısım kimseler “âlem-i ervah”ı “misâl âlemi”yle bir sayarak, her ikisine “Melekût âlemi” demişlerdir. Misâl âlemi, “âlem-i ervah”ın feyzini şehâdet âlemine ulaştıran bir vasıtadır. Rûhlar ile cisimler arasında bir berzahtır.

Bu yüzden her iki âlemin hükümleri bu âlemde toplanmıştır. Çünkü hem zâhir, hem de bâtındır; bununla beraber her iki âlemin gayrıdır. Cisimler gibi, uzunluk, genişlik ve derinliğe sâhiptir. Rûhlara nispeten kesif, cisme nispetle lâtiftir (Cinler de bu âlemdendir). Aynada görülen bir sûretin genişliği, uzunluğu ve derinliği nasıl hayâlen varsa, hayâl âleminin varlıkları da böyle müşahade edilir; rûhani ve lâtif olduklarından el ile tutulamaz bıçak ile kesilemezler. Maddeden sıyrılmış olan zâtların sûret ve benzer cisimlerde müşahedesi, “âlem-i misâl”de vâki olur. Nitekim Hz. Cibril bazı vâkitlerde “server-i âlem” (sav) Efendimiz’e, ashâb-ı kirâmdan “Dıhye-i Kelbi” sûretinde zâhir oluyordu. Hızır ve enbiya (a.s.) ile evliyâ-ı kirâm hazarâtının müşahadeleri bu âlemde vâki olur. Bu âlemde zâhir olan şeyin, his ve şehâdet âleminde zuhurundan evvel görülmesi mümkündür. Nitekim irfan ehlinden ve diğer insânlardan birçok kimseler rüyâlarında bir takım vukuat müşahede ederler, ki onun eseri sonradan “âlem-i şehâdet”te meydana gelir. “Misâl âlemi”nin sûretleri insâna, rüyâda; “havâss”a ise, hem rüyâda, hem de uyanıklık halinde münkeşif olur.

2. Misâl mertebesine bitişik ve onun bir kanalı durumunda olan ve “insânda mevcûd” bulunan “hayâl”dir. Buna yukarıdaki “hayâl-i mutlak” mertebesine nisbetle, “hayâl-i mukayyed” isimleri de verilir. İnsân vücûdunda bulunduğu için “hayâl-i muttasıl” (bitişik hayâl) de denir. Çünkü bunun insân varlığı dışında vücûdu yoktur. Bu âlemin idrak edilebilmesi için insânın “hayâl kuvveti” şarttır. Bu “rüyâ âlemi”dir. Bir tarafı misâl âlemine ve bir tarafı da insâna bitişik olan hayâl-i mukayyet âleminde yani rü’yâda süflü/aşağı âleme ait sûretler gördüğü vâkit, bunların bir hakikati olmadığı fâsid/kötü/bozuk hayâllerden ibaret olduğu bilinmelidir. Bunlar mânâsız rüyâlar olup yorumları yoktur. Fakat riyazâtlar ve mücâdeheler ile kâlb aynası saflaşmış ve “şehvet”lerden kurtulmuş ve mâsivâdan uzaklaşmış âriflerin hayâl aynasında görülen sûretler “misâl âlemi”nden aksediyorsa, bu hayâller ister uykuda, ister uyanıklık halinde görülmüş olsun, gerçek ve doğrudur. Zira “misâl âlemi”, Cenâb-ı Hakk’ın ilim hazinesi olduğu için oradan akseden “hayâl” ler bir hakikati aksettirir. İnsân “hayâl kuvveti” sayesinde misâl âlemine dahil olup, orada temessül etmiş gayb mânâlarına muttali “vakıf” olur. Görülen bu sûretlerin bazıları tabire muhtaç olur, bazılarıda tabir gerektirmez. “Doğru rüya, Allah’tan bir vâhiydir.” (hadis) “Doğru rüya, peygamberliğin kırk altı parçasından bir parçadır.” (hadis) Onun için rüyâda görülen bu çeşit hayâller iki kısma ayrılırlar.

a.    Keşf-i mücerred : (Açık Rüyalar)

Duyularla idrak edilen, sûretlere uygunluğu olan sûretlerin görüldüğü rüyâdır. Buna gaybda olan sûretlere vakıf olmak denir. Bu türden olan rüyâların tevil ve tabir edilmesine ihtiyaç yoktur. Görüldüğü gibi aynen zuhur etmesi ümit edilir. Nûr, “mutlak misâl âlemi”nin asli sıfatıdır. Rüyâda bu “nûr”, insânın “hayâl”i üzerine yayılır. İşte bundan dolayı “sâdık rüyâ” Hz. Peygamber Efendimizde “vâhy’in başlangıcı” olmuştur. İlk vâhyi teşkil eden bu rü’yâları “keşf-i mücerred” şeklindedir. Fakat Hz. Peygamber, ilk vâhiylere rüyâda nail olmuş ise de, ona “uyur” denilemez.

b.    Keşf-i muhayyel : (Tabir Gerektirenler)

Rüyâda, duyularla idrak edilen sûretlere doğrudan uygunluğu olmayan sûretler görmektir. Bu tür rüyâlar tabir edilir; tabir edilmeksizin anlaşılması mümkün olmaz. Tabir ise, rüyâda görülen sûretlerle münasebeti olan duyular âleminden bir sûret ile yapılır. Mesela Rasûlullah’ın, rüyâda kendisine ikram edilen “süt’ü” “ilim” ile yorumlamaları gibi... Süt ile ilim arasındaki bağlantı, “süt”ün, beden için, gıda; “ilm”in de, Rûh için gıda olmasıdır. Rüyâ tabirinde belirli kaide, kanunlar yoktur. Rüyâda görülen tabire muhtaç sûretlerin yorumu, ancak kendisine“ilm-i Nûraniyyet” ihsan edilmiş kimseler tarafından yapılabilir. Kendisinde bu ilim olmayan kimseler rü’yâda görülen sûretlerin mânâsını anlayamazlar. Zira rü’yâda benzer sûretler gördükleri halde her şahsa ayrı yorum yapılır.

Rüyalar Hakk’ın İlmi olduğundan, rüyaya ilave yapmak veya onu eksik anlatmak ve yanlış ifade kullanmak tasavvufta hoş görülmez. Yalan ifade kabul edilerek, sahih rüya görme ihtimali ve oranı bu alışkanlığı sürdükçe düşer. Zira Hakk’ın her şeyi gördüğünü ve bildiğinden gaflete düşüp nefsine zulmetmektedir.



önceki sayfa               sonraki sayfa

içindekiler
Ziyaret Bilgileri
Aktif Ziyaretçi1
Bugün Toplam106
Toplam Ziyaret840431
Hava Durumu
Saat
Takvim