Üyelik Girişi
Site Haritası
Önerilen Siteler

R. G. 53. Kırkikinci Tecelli: Hakk’ın Rahmeti ve Adaleti

53. KIRKİKİNCİ TECELLİ: HAKK’IN RAHMETİ VE ADALETİ

-      Ya Gavs. Hatalı kullarımı faal ve keremim ile müjdele; mucibinide adl ve öç almamla müjdele.

Fazl ve Kerem Allah’ın ismlerindendir. Hakk’ın “Zati Rahmeti” ile zuhurudur.

Nefs ve nefsteki tecelliler Hakk’a aittir. Nefs kendisinde tecelli eden isim ve sıfat oranında ve tecelli zamanında o ismin veya sıfatın hüviyetine bürünür. “Nefsin tecelli hüviyeti” tecelli eden isim ile vasıflanmış olur. Bu tecelli, tecelli oranında ve zamanında zahir olur. Diğer isimler ve sıfatlar nefsin batınındadır. Nefste Hakk’a ait olduğundan isimler ve sıfatlar “Zati Nefsin” itibarlarıdır. İnsanda nefste batından zahire yönelerek zuhur ederler. İnsanın bu isimleri taşıması “hakk ile” mümkündür. “Billahi” ve “birabbi” sırrı budur. Ancak ismin tüm özelliklerini taşımadığı gibi, aslen kendinede ait değildir. Hakk bütün isim ve sıfatların ana kaynağıdır.

İnsan nefsinde ismin tecellisi ile o vasfa bürünür. Nefsi tecelli hüviyeti o isim ve vasıf olur. Kerim ve Rahim gibi… Aslen bu isim ve vasıflar Hakk’ındır. İnsan tecelli ile, tecelli zamanında ve tecelli oranında o ismin ve vasfın hüviyetine bürünür. Metinde Kerim ve Rahim isimleri seçilerek verilmiştir. Hakk’In bütün isim ve sıfatlarınıda bu metne göre kıyaslarsan hakikate ulaşırsın. Hakk ile hüviyet beraberliğinin nefsindeki tecellilerle Hakk’a ait olduğunu idrak eder, aczini ve fakrını anlarsın.

“Nefs hüviyeti” derken hüviyetin zahir, batın, evvel, ahir tüm itibarları birleştiren hüviyeti kastetmekteyiz. “Tecelli hüviyeti” derken “zahir-ahir itibariyle dışa yanıysan hüviyet kastedilmektedir. Açığa çıkan bu hüviyet “zahir hüviyet”tir. Açığa çıkmayan “batın-evvel hüviyet” olup nefsin batınında kalan kısmı temsil etmektedir.

“Tecelli hüviyeti” “nefsin hüviyetinin” zahir-ahir yönüdür. “Zahir hüviyet” batından açığa çıkan tecellinin zuhurudur. Nefs hüviyeti “tecelli oranında” nefsin hüviyetini temsil ve tafsil eder ve bu suretle “fili hüviyet” oluşur. Şöyle de belirtebiliriz.:

1. “Tecelli-i esma hüviyeti”: Batın-evvel yönüyle ayan-ı sabite ve nefsi natıkada bulunan isim veya isim komplekslerinin tecelli ile zuhura çıkışıdır. Esma hangi oranda ve ne zamanda temsil ve tafsil edildiyse o isim hüviyeti zuhurdadır. Kişilere göre bu “esma hüviyeti” değişiklik gösterir. Ahmet, Mehmet’e göre daha alimdir. “Alim” esması Ahmet’te daha fazla temsil edilmektedir. Ayşe, Fatma’dan daha yardımcıdır. “Nafi” esması Ayşe’de daha fazla temsil ve tafsil edilmekte ve Nafi esması fiillere daha çok yansımaktadır. Her esma için bu geçerlidir. Bu ise tecelli oranında ve zamanına görede değişiklik gösterebilir. Bu nedenle “tecelli-i esma hüviyeti” denildi.

2. “Tecelli-i sıfat hüviyeti”: İlahi sıfatlar kişide belirli oranda zuhurdadır. Esma hüviyetinde belirtilen özellikler “sıfat” hüviyeti içinde geçerlidir. Ne kadar çok oranda sıfat temsil ve tafsil edilip, fiile dökülebiliyorsa, o kadar çok “sıfat hüviyeti” temsil edilmektedir.

3. “Tecelli-i Zat hüviyeti”: Zati hüviyetin zahir olduğu tecellidir. “Tecelli-i berki” de denir. Zat zahir, esma ve sıfatlar batındır. Zat, temsil ve tafsile isim ve sıfatları ile çıkabilir. Bu nedenle “Zati tecelli” berk (şimşek) gibi kısa sürelidir. Etkileri uzun sürer. Bıraktığı eserlerle nefsten Zat daha sonra isim ve sıfatlarla tafsile çıkar ve o hüviyetle temsil edilir. Zat sıfatların ve isimde zattan ayrılmadığı için, tecelli oranındaki ve zamanındaki değişikliklerde göz önüne alındığında, biz bunların hepsini “tecelli hüviyeti” kelimesinde bir araya getirmeye çalıştık.

Zira her tecellide Zat “batın-evvel” isim ve sıfatlar “zahir-ahir” dir. Bu vasıflarla ilahi hüviyet “nefsi hüviyet” te “tecelli hüviyeti” oranında ve zamanında temsil ve tafsil edilir.

Metinde geçen “Rauf” ismi ve sıfatı en önemli örnektir. Zira “Rauf” ismi Hakk’ın “Rahmetim gazabımı geçmiştir” kudsi hadisinin zuhura çıkmasıdır. “Rauf hüviyeti” ile Hakk Rahmeti ile tecelli etmektedir. “Allah (Zatı) Nefsine Rahmeti yazdı” (Enam/54) ayetinin açığa çıkması ve Rauf ismi hüviyetiyle Hakk’ın zuhurudur. Zatı Nefsin, insanda kemal zuhurunu temsil ve tafsil etmektedir. Bu açıdan Efendimiz “Raufurrahim” (Tevbe/128) vasfıyla nitelenmiştir. Rauf ismi hüviyetine bürünerek “müminlere” ezelden ebede kadar tecelli etmektedir. İnsana düşen görev isim ve sıfatları gerçek hüviyetleri ile zuhura çıkararak “Allah’ın ve Peygamberin ahlakı ile ahlaklanmaktır”. Tecelli-i efal kemalli olması için bu en önemli zorunluluktur.

Ancak bu şekilde “Mudill” esmasının etkisi ortadan kalkabilir. “Seni alemlere rahmet olarak gönderdik” (Enbiya/107) ayetinin hükmü tecelli eder. Ancak böyle bir kamil insandan tecelli eden Hakk’tır. “Attığın zaman sen atmadın Allah attı” (Enfal/17) ayeti ile fail hakiki manada Allah olur. “Rauf” ismi ve vasfı bu nedenle özellikle belirtilmiştir. Diğer isim ve sıfatlarıda kıyaslayarak, çok önemli bilgilere ve ilahi hüviyetin temsili olacak “tecelli hüviyeti” ne ulaşabilirsin.

Nefste tecelli eden O’dur. Tecelli hüviyeti ile “muhtaç” ve “su isteyen” o nefs mertebesinden Hakk olmuş olur. Hakk’ın malını Hakk’tan esirgediğin için “cimrilerin en cimrisi” olursun. Bu ise nefsi emmare vasfı olup Hakk’tan en uzak haldir. Hakk her vasıfta zuhurdadır. İnsandaki vasıflar Hakk’ın zuhurlarından bir zuhurdur. Bunu anlatan kudsi hadiste şöyle buyuruluyor:

Resulullah  (SAV) Efendimiz Allahü Teala’dan naklen anlatıyor;

“Allahü Teala şöyle buyurdu:

-      Ey Ademoğlu, hasta oldum; ziyaretime gelmedin.

Ademoğlu sordu:

-      Ya Rabbi sen alemlerin Rabbisin... Seni nasıl ziyaret edeyim?

Allahü Teala buyurdu:

-      Bilmiyor musun? Falan kulum  hasta oldu.... Ama sen onu ziyaret etmedin. Eğer onu ziyaret etseydin Beni yanında bulacaktın... Allahü Teala devamla buyurdu:

-      Ey Ademoğlu,  senden yemekle doyurulmamı istedim, ama sen Beni doyurmadın. Ademoğlu sordu:

-      Ya Rabbi, seni yemekle nasıl doyurayım ? Sen alemlerin Rabbisin. Allahü Teala anlattı:

-      Falanca kulum senden yemek istedi. Ama ona yedirmedin. Bilemedin mi? Ona yedirseydin beni yanında bulacaktın. Allahü Teala devamla buyurdu:

-      Ey Ademoğlu, senden su istedim, ama vermedin.  Ademoğlu sordu:

-      Ya Rabbi sana nasıl su vereyim? Sen Alemlerin Rabbisin. Allahü Teala anlattı:

-      Falan kulum senden su istedi, vermedin. Ona su verseydin Beni yanında bulacaktın... Bunu da mı anlayamadın?”

Bu Kudsi bir Hadisi Şeriftir. Mana kapısını şu şekilde aralayabiliriz:

“Ey Ademoğlu...” şeklinde yapılan hitap ruhadır. Bu ruh ise kalptir. Bilhassa nefsani perde ile perdelenen kalp. Bu kalbe şöyle hitap edilmektedir:

“Ben, belli bir zuhur yerine tecelli ettim. Zuhura geldim orada. Yine belli bir taayyünle de aynı şekilde tecelli ettim; zuhur eyledim. Fakat, bu has zuhurla perdelendim, gizlendim... Özellikle mutlak hakikatimi müşahede edilmeden yana sakladım. Belli bir şekle girmekten ve bir kayda sığmaktan yana kendimi kapadım. Bütün bu işler, bu belli taayyünün özünde oldu. Gel gör ki sen bu taayyünü bilmedin. Ki O mutlak hakikatimin aynıdır.”

Burada “Ya Rabbi, sen alemlerin Rabbısın seni nasıl ziyaret edeyim?” cümlesi bir başka mana taşır. Onu da burada anlatmak icap eder. Şu demektir:

“Belli bir surette seni nasıl müşahede edebilirim? Bilhassa keyfiyeti ve şekli olan bir şeyde... Halbuki sen bu gözde görülen alemlerin suretine inhisar etmekten ve belli bir şekil almaktan yana münezzehsin.”

“Bilmiyor musun?... Kelimesi ile başlayan cümleye verilecek mana ise şu şekilde olur:

“Sen şöyle bir marifete sahip olmadın mı ki, mutlak varlığım her taayyünde, yani göze gelen her belli şeyde vardır. Sonra taayyün halini her mutlak olan mana taşır. Halbuki sen, anlatıldığı gibi, kendinde bir irfana sahip olmadın. Sonra bilmedin ki, o hasta kulun hakikati Hakikatimin aynıdır. Zira onda zahir olan Benim.”

Bu zuhurun belli bir mana şekli şöyle olabilir: İsmin isim verilene nisbeti gibi ki, bu, o hasta kulun ‘Hakikatime’ nisbeti babında bir misaldir, benzetmedir. Kaldi ki, isim, müsemmaya göre ayrı değil, aynıdır.

Yukarıdaki açıklama nazara alınarak, “Bilmiyor musun?” şeklinde gelen cümlenin devamı olan “Eğer onu ziyaret etseydin beni yanında bulacaktın...” cümlesine de bir başka mana vermek icap eder:

“Durum yukarıda anlatıdığı gibi olunca, anlayamadın ki Mutlak Varlığım onun izafi varlığında seyrini tamamlamaktadır. Onu zuhura getirmektedir.”

Yukarıda anlatılan manaların tümüne şu Ayeti Kerime işaret etmektedir:

“O küfredenlerin amelleri ise çöldeki serap gibidir ki susuz onu su zanneder:” (Nur/39).

Mevzuumuz olan Hadisi Şerifin hepsini burada açıklayamadık. Ama kendisi ile bir kıyas yapılacak kadarını açıkladık. Kaldı ki bir kıyas usulü de vardır.  Kalanı da buna göre kıyas eyle.

İnsandaki tecelli hüviyeti tespit eden, ve insana hakkıyla muamele eden Hakk’ı yanında bulur. Allah’ın Zati Rahmeti o kişiyi sarar. Her insan bu uyanıklık içinde olmalıdır. Şu hadis düstur edinilirse yaşam Hakk’ın Rahmeti üzere sürdürülür:

“İnsanın hayırlısı insanlara faydalı olandır”

Mucibi (icab edenleri) cezalandırmasıda “Adl” ve “Müntekim” isimlerin zuhura çıkması ve devreye girmesidir.

Allah şöyle buyuruyor: “Rahmetimle cennete, adaletimle cehenneme girersiniz”. Efendimizde “herkes Rahmet ile cennete girebilir” demektedir. “Sizde mi Ya Resulullah” sorusuna “Evet” cevabını vermiştir. Cennet Cemal isimlerinin Cehennem Celal isimlerinin zuhur yeridir. Kişinin iman, amel, ihlas, niyet, tevhid ve irfan düzeyi dereceleri belirler.

Diğer tüm isimleride bu ölçülerle kıyaslarsan bugünden ahiretteki yerini nefsinle kendinin belirlediğini idrak edersin. Bunu anlatan ayette şöyle buyuruluyor: “Bu senin ellerinde takdim ettiğinin sonucudur. Muhakkak ki ALLAH kullara zulmedici değildir” (Hac/10) .

Allah şöyle buyrarak kullarını müjdeler:

“Rahmetim gazabımı geçmiştir”, “Rahmetim her şeyi kuşatıcıdır”

Rahmet, Nefesi Rahman ile her şeye sirayet etmiştir. cehennemde bile rahmet geçerlidir. Celalinden cemali gizlenerek, Rahmetide gizlenmiş ve batına almıştır. Adaleti ve Müntekim ismiyle tecellisidir. Zira O, kullarının nefislerinin arınmasını ve Kendi Hakikatini onlara bildirmek istemektedir. “Bİlinmekliliğimi sevdim” buyurması hem dünya hem ahiret için geçerlidir. Bu nedenle irfan farklı boyutlarda her yerde geçerlidir. Ancak “dünyada ama olan ahirette de amadır” ayetince dünyada Hakk’a irfan olmadan, ahiret boyutunda irfan gerçekleşmez. Bu nedenle dünyada Nefsine ve Rabbine arif olanın irfanı ahiret boyutunda katlanarak artacaktır. 





önceki sayfa               sonraki sayfa

Ziyaret Bilgileri
Aktif Ziyaretçi1
Bugün Toplam147
Toplam Ziyaret839681
Hava Durumu
Saat
Takvim