Üyelik Girişi
Site Haritası
Önerilen Siteler

H. Ş. 160. Hz. Resul'ün Rüyada Görülmesi Hakikati

160. HZ. RESUL’ÜN RÜYADA GÖRÜLMESİ HAKİKATİ

“Rüyasında beni gören, gerçekte görmüş gibidir. Çünkü şeytan benim suretime giremez”

Hz. Peygamber tahakkuk/ahlaklanma yönünden Hakk’ın bütün isim ve sıfatlarının mazharı olsa bile, peygamberlik, insanları irşat ve onlara kendisini elçi diye gönderen Hakk’a davet etmesinin bir gereği olarak, Hakk’ın kendisinde en hakim ve galip olan sıfatı hidayet ve el-HADİ ismidir. Allah, “Sen muhakkak ki, sırat-ı müstakime hidayet edersin” (Şura/52) buyurmaktadır.

Bu nedenle Hz. Peygamber (sav) el-HADİ isminin suretidir. Hidayet sıfatının mazharıdır. Şeytan ise dalalet sıfatıyla zuhur etmiştir. hadi ve Mudill isimleri ise birbirinin zıddıdır.

İblis ile Hz. Peygamber karşılaştığında Hz. Peygamber İblise şöyle sorar: “İblis! Neye sahipsin söyle!” Bunun üzerine İblis şöyle der “Ey Muhammed! Allah Teala seni hidayet özelliğiyle yaratmıştır. Bununla birlikte hidayet senin elinde değildir. Benide dalalet özelliğiyle yaratmıştır. Bununla birlikte saptırmak benim elimde değildir”.

Bunun üzerine Allah Teala Peygamberine “Şeytan her ne kadar yalancı olsa da, sana doğru söylemiştir” diye haber vermiştir.

Bu ifadeden şeytanın gerçekten Peygamberin zıddı olduğu ortaya çıkmaktadır. İki zıt ise bir araya gelmez ve biri diğerinin suretiyle tezahür edemez. Bu nedenle Allah peygamberinin suretini şeytanın kendisiyle tezahür etmesinden korumuştur.

Bu nedenle Hz. Resul “Beni gören Hakk’ı görür” buyurmuştur. Hakk’ın peygamber vasıtasıyla hidayeti irade ettiğini belirtmiştir. Hidayet hükmü bu şekilde tezahür eder. Şayet Hakk peygamberinin suretini korumamış olsaydı, bu durumda “Muhakkak ki sen sırat-ı müstakime hidayet edersin” ayetinin sırrı tezahür etmez ve peygamberin gönderilmesinin herhangi bir faydası gerçekleşmezdi. Bu nedenle Hz. Resul “Beni rüyasında gören kimse, beni görmüştür” buyurmuştur. Ancak rüyada gören kendi anlayışı ve idraki oranında Hz. Resul’ü görür. İdrak ve anlayışı ilerledikçe Hakk suret belirginleşir. Kişi Hz. Resul’ü görüp bir eksiklik hissettiğinde, bu eksiklik Hz. Resul’de değil, kişinin kendisindedir. Zira Hz. Resul o kişiye ayna olmuş, kendi eksiklik ve hatasını o kişiye rüyada göstererek yardımcı olmuştur. Kişi kamil ise gördüğü rüyada Hz. Resul’den ilim alır ve o rüya aynıyla gerçekleşir. Hz. Resul’Ün rüyalarında haber verdiği şeyler değişmemektedir ve apaçık deliller içermektedir.

Misal alemi, rüyaların sırlarını ve insanların birbirlerini rüyalarında görmelerinin sebebini izah eden bilgileri içerir. Bu görmelerin gören ile görülen arasındaki ilişkilere göre çeşitli şekillerde ve tarzlarda gerçekleştiğinin bilgisinin ve ilminin öğrenileceği külli kaideleri içermektedir. Bir hadisinde Hz. Resul şöyle buyurur: “Rüya üç çeşittir: Allah’tan olan rüya, şeytanın bir aldatması olan rüya ve kişinin nefsinde gerçekleşen rüya”.

Hakk rüya kişinin ilmi hakikatinin (ayan-ı sabite) getirdiği bilgilerin nefsi natıkaya sunulmasıdır. Allah’ın Zatından kişiye sunulan bilgidir bunlar tevil gerektiren ve gerektirmeyen rüyalardır.

Şeytanın aldatması ile oluşan rüyalar, Mudill esmasının etkisiyledir. Kişi irfanını ve ahlakını gördüğü suretler üzerinden sorgulamalıdır.

Nefsinin düzeyine göre, nefsin günlük olaylardan etkilenmesiyle görülen rüyalardır ki, tevil gerektirir. Zira kişinin nefs mertebesi ile ilgilidir.

Allah’tan görülen rüyaların aynen gerçekleşir. Zira Zat İlminden yansımalardır. “Allah’ın sünnetinde değişme bulamazsın” (Fetih/23) hükmüyle aynen gerçekleşir. Tevil gerektiren ve gerektirmeyen olarak ikiye ayrılır. Böyle rüyaların ehli olanlara yorumlatılması gerekir. Tevil ve yorum yapacak kişinin “nur-u ilahi” ve “ilm-i ilahi” sahibi olması gerekir.

Âlem-i Misâl : (Misâller âlemi) Bu mertebe Zât’ın hariçte bir takım lâtif şekil ve sûretlerle zuhurudur. Bu mertebeye “misâl âlemi” denilmesinin sebebi, “Rûh âlemi”nden meydana gelen her bir ferdin, cisimler âleminde kazanacağı sûrete benzeyen bir sûretin bu âlemde meydana gelmesidir. Bu sûretleri hayâlimizde idrak edebildiğimiz için, buna “hayâl âlemi” de diyebiliriz. Tasavvuf erbabı misâl âlemini iki kısma ayırmışlardır. 

1.     Buna “misâl-i mutlak”, “hayâl-i mutlak”, “hayâl-i munfasıl” (ayrı olan hayâl) gibi isimler verilir. Bu âlemin idrak edilmesi için, insânın hayâl kuvveti şart değildir; görme kuvveti ile de idrak edilebilir. (Aynada ve parlak satıhlarda görünen sûretlerin göz ile idrak edilmesi gibi...) Bu mertebeye “ayrı olan hayâl” denmesinin sebebi insânın “hayâl kuvveti”nden ayrı olarak mevcûd olmasından dolayıdır. Rûhların ceset rengiyle görünüşü bu kısımdandır. Nitekim ölen bir kimsenin rûhu, rü’yâda cismani bir sûretle görülebilir. Kâmilin Rûhu, müridine cismani sûretle görülebilir. Kâmilin Rûhunun, müridine cisim olarak görünmesi de bu kabildendir. Misâl âlemine, “berzah”, “lâtif olan mürekkebât âlemi” de derler. Bir kısım kimseler “âlem-i ervah”ı “misâl âlemi”yle bir sayarak, her ikisine “Melekût âlemi”demişlerdir. Misâl âlemi, “âlem-i ervah”ın feyzini şehâdet âlemine ulaştıran bir vasıtadır. Rûhlar ile cisimler arasında bir berzahtır. Bu yüzden her iki âlemin hükümleri bu âlemde toplanmıştır. Çünkü hem zâhir, hem de bâtındır; bununla beraber her iki âlemin gayrıdır. Cisimler gibi, uzunluk, genişlik ve derinliğe sâhiptir. Rûhlara nispeten kesif, cisme nispetle lâtiftir (Cinler de bu âlemdendir). Aynada görülen bir sûretin genişliği, uzunluğu ve derinliği nasıl hayâlen varsa, hayâl âleminin varlıkları da böyle müşahade edilir; rûhani ve lâtif olduklarından el ile tutulamaz bıçak ile kesilemezler. Maddeden sıyrılmış olan zâtların sûret ve benzer cisimlerde müşahedesi, “âlem-i misâl”de vâki olur. Nitekim Hz. Cibril bazı vâkitlerde “server-i âlem” (sav) Efendimiz’e, ashâb-ı kirâmdan “Dıhye-i Kelbi” sûretinde zâhir oluyordu. Hızır ve enbiya (a.s.) ile evliyâ-ı kirâm hazarâtının müşahadeleri bu âlemde vâki olur. Bu âlemde zâhir olan şeyin, his ve şehâdet âleminde zuhurundan evvel görülmesi mümkündür. Nitekim irfan ehlinden ve diğer insânlardan birçok kimseler rüyâlarında bir takım vukuat müşahede ederler, ki onun eseri sonradan “âlem-i şehâdet”te meydana gelir. “Misâl âlemi”nin sûretleri insâna, rüyâda; “havâss”a ise, hem rüyâda, hem de uyanıklık halinde münkeşif olur.

 2.    Misâl mertebesine bitişik ve onun bir kanalı durumunda olan ve “insânda mevcûd” bulunan “hayâl”dir. Buna yukarıdaki “hayâl-i mutlak” mertebesine nisbetle, “hayâl-i mukayyed” isimleri de verilir. İnsân vücûdunda bulunduğu için “hayâl-i muttasıl” (bitişik hayâl) de denir. Çünkü bunun insân varlığı dışında vücûdu yoktur. Bu âlemin idrak edilebilmesi için insânın “hayâl kuvveti” şarttır. Bu “rüyâ âlemi”dir. Bir tarafı misâl âlemine ve bir tarafı da insâna bitişik olan hayâl-i mukayyet âleminde yani rü’yâda süflü/aşağı âleme ait sûretler gördüğü vâkit, bunların bir hakikati olmadığı fâsid/kötü/bozuk hayâllerden ibaret olduğu bilinmelidir. Bunlar mânâsız rüyâlar olup yorumları yoktur. Fakat riyazâtlar ve mücâdeheler ile kâlb aynası saflaşmış ve “şehvet”lerden kurtulmuş ve mâsivâdan uzaklaşmış âriflerin hayâl aynasında görülen sûretler “misâl âlemi”nden aksediyorsa, bu hayâller ister uykuda, ister uyanıklık halinde görülmüş olsun, gerçek ve doğrudur. Zira “misâl âlemi”, Cenâb-ı Hakk’ın ilim hazinesi olduğu için oradan akseden “hayâl” ler bir hakikati aksettirir. İnsân “hayâl kuvveti” sayesinde misâl âlemine dahil olup, orada temessül etmiş gayb mânâlarına muttali “vakıf” olur. Görülen bu sûretlerin bazıları tabire muhtaç olur, bazılarıda tabir gerektirmez. “Doğru rüya, Allah’tan bir vâhiydir.” (hadis) “Doğru rüya, peygamberliğin kırk altı parçasından bir parçadır.” (hadis) Onun için rüyâda görülen bu çeşit hayâller iki kısma ayrılırlar.

 a.    Keşf-i mücerred : (Açık Rüyalar)

Duyularla idrak edilen, sûretlere uygunluğu olan sûretlerin görüldüğü rüyâdır. Buna gaybda olan sûretlere vakıf olmak denir. Bu türden olan rüyâların tevil ve tabir edilmesine ihtiyaç yoktur. Görüldüğü gibi aynen zuhur etmesi ümit edilir. Nûr, “mutlak misâl âlemi”nin aslisıfatıdır. Rüyâda bu “nûr”, insânın “hayâl”i üzerine yayılır. İşte bundan dolayı “sâdık rüyâ”Hz. Peygamber Efendimizde “vâhy’in başlangıcı” olmuştur. İlk vâhyi teşkil eden bu rü’yâları“keşf-i mücerred” şeklindedir. Fakat Hz. Peygamber, ilk vâhiylere rüyâda nail olmuş ise de, ona “uyur” denilemez.

b.    Keşf-i muhayyel : (Tabir Gerektirenler)

Rüyâda, duyularla idrak edilen sûretlere doğrudan uygunluğu olmayan sûretler görmektir. Bu tür rüyâlar tabir edilir; tabir edilmeksizin anlaşılması mümkün olmaz. Tabir ise, rüyâda görülen sûretlerle münasebeti olan duyular âleminden bir sûret ile yapılır. Mesela Rasûlullah’ın, rüyâda kendisine ikram edilen “süt’ü” “ilim” ile yorumlamaları gibi... Süt ileilim arasındaki bağlantı, “süt”ün, beden için, gıda“ilm”in de, Rûh için gıda olmasıdır. Rüyâ tabirinde belirli kaide, kanunlar yoktur. Rüyâda görülen tabire muhtaç sûretlerin yorumu, ancak kendisine“ilm-i Nûraniyyet” ihsan edilmiş kimseler tarafından yapılabilir. Kendisinde bu ilim olmayan kimseler rü’yâda görülen sûretlerin mânâsını anlayamazlar. Zira rü’yâda benzer sûretler gördükleri halde her şahsa ayrı yorum yapılır.



önceki sayfa               sonraki sayfa

içindekiler


Ziyaret Bilgileri
Aktif Ziyaretçi2
Bugün Toplam329
Toplam Ziyaret840654
Hava Durumu
Saat
Takvim