Üyelik Girişi
Site Haritası
Önerilen Siteler

H. Ş. 145. Nefsi Natıka Ve Kuran’ın Batından Zahire Yolculuğu

145. NEFSİ NATIKA ve KURAN’IN BATINDAN ZAHİRE YOLCULUĞU

“Tirmizi, İbn Abbas’tan Hz. Peygamberin Kur’an’ı Kerim nazil olduğunda dilini hareketlendirdiğini rivayet etmektedir.

Başka bir rivayette ise, Hz. Peygamber’in vahiy geldiğinde büyük bir sıkıntı hissettiği rivayet edilmektedir. Bunun üzerine Allah Teala, “Aceleyle dilini hareketlendirme” (Kıyamet/6) ayetini indirmiştir.

Şöyle demiştir. “Okurken dudaklarını kıpırdatmaktaydı”

Her insanın Allah indinde bir ilmi hakikati mevcuttur. Ayan-ı sabite denilen bu ilmi hakikat Allah’ın isim ve sıfatlarıdır. Kur’an’da bu ilmi hakikat Allah’ın isim ve sıfatlarıdır. Kur’an’da “Cemi esma ve sıfatı Zat” yani “Tüm ilahi isim ve sıfatları bünyesinde toplayan Zat” olarak belirtilmektedir. Yani ilmi hakikatimiz Kur’an’ın sırrını taşır. Ayan-ı sabitenin taayyünü olan nefsi natıkamızda Allah’ın Nuru ve Kur’an’ın sırrı ile dürülüdür. Nefsi natıka taayyün ve tecelli mertebelerinden nüzul ederken aslı örtülür. Kur’an batınımızda kalır. Zahir ve batın nefs tezkiyesi yoluyla aslımız olan Kur’an’ın sırrına ulaşılır. Vahyin zorluğu bu nefs tezkiyesinin zorluğunu ifade etmektedir. Efendimizin nefsi tezkiye olmuş nefsi safiye=kamile=zekiye nefis olduğundan batınında bulunan Kur’an hemen zahire çıkar. Yani peygamberimiz vahiy esnasında vahyedileni batınında hazır bulur. Bu nedenle batınındaki zahire yansır. Kalbinde (nefsi natıkası) bulduğu hakikat dile yansır. Batından zahire yolculuk tamamlanır. Zira dil ve ağız gönlün zahire açılan kapısıdır. Efendimizin batını Kur’an olduğundan zahire yansıyanda Kur’an’dır. Bu nedenle Efendimiz “Benim mucizem Kur’an’dır” buyurmuşlardır. Ayrıca ayetlerde “O hevasından konuşmaz, konuştuğu vahy iledir” (Necm/3-4) buyurulur.

Nefsi natıkası, Kur’an-ı Natık olduğundan batından (gönülden) zahire (dil-dudak) çıkanda Kur’an ve açıklamalarıdır. Sünneti Muhammedide aslında budur. Bu beraberliği sağlayan “abduhu ve resuluhu” sırrıdır. Efendimizin hüviyeti, İlahi hüviyetin aynısıdır. Her taayyün mertebesinde Efendimiz O’nun aynasıdır ve tecelli ile aynısıdır.

Tüm nefislerde kendi mertebelerinden Allah ile irtibat halindedir. İrtibat düzeni nefs mertebelerine bağlıdır. Nefs mertebesinde nefsin tezkiye oranına bağlıdır. Tezkiye oranıyla ilişkilidir. Mevcutların Allah ile irtibatı iki açıdan gerçekleşir. Birincisi tertip ve vasıtalar aracılığıyla olan irtibattır. Taayyün ve tecelli mertebelerinde, her mertebenin özelliğine göre olan irtibattır. İnsan alemlerin amacı ve son oluşan varlığıdır. Bu konuda Efendimiz şöyle buyurmuştur: “İnsan son yaratılan varlıktır”. Diğer mevcutlarla ilişkileri vasıtalıdır.

İkinci irtibat tarzı ise vasıtasız irtibattır. Bunun anlamı şudur: Her varlığın kendisiyle (nefsiyle) Rabbi arasında herhangi bir vasıtanın bulunmadığı cihetten Hakk ile irtibatı vardır. Bu irtibat, Hakk’ın Zati olarak her şeyin zahir ve batınını kuşatması ve onlarla beraber olması yönüdür. Bu durum şu ayetlerle belirtilmiştir: “Nerede olursanız O (İlahi hüviyetiyle) sizinle beraberdir” (Hadid/4); İki kişi bir araya gelirse üçüncüsü, dört kişi bir araya gelirse beşincisi, beş kişinin altıncısı Allah’tır” (Mücadele/7); Biz ona şah damarından daha yakınız” (Kaf/16), “Dikkat ediniz O (İlahi hüviyetiyle) her şeyi kuşatmıştır” (Fussilet/54).

Bu irtibat tarzı “hüviyet beraberliği” ve “maiyet beraberliği” olarak adlandırılır. Hüviyet tevhidinin temelini oluşturur. İzafi hüviyetlerde Mutlak Hüviyetin varlığını, o mertebede ve düzeyde varlığını sürdürmesidir.

Hz. Peygamber bazı hadislerinde bu beraberliğe işaret etmiştir: “Muhakkak ki Rabbim bana şöyle dedi” ve “Benim Allah Teala ile bir vaktim olurki, hiç kimse ona ortak olamaz”. Tekbir ve tahlillerle seslerin yükselten sahabesine şöyle demiştir: “Siz, sağır veya uzaktaki birine dua etmiyorsunuz. Hemen yanınızdakine dua etmektesiniz”  ve “O, size yükünüzün bağından daha yakındır”.

İşte bu beraberlik nefse olan tecelli ile, nefste Hakk’ın varlığını sürdürmesi ile ilişkilidir. Bu beraberlikten batından zahire yansıyanlarda nefsteki tecellilerin özelliğidir. Nefsinde Kur’an bulunandan Kur’an yansır. Nefsinde şirk bulunan ise şirki yansıtır arifler bunu “Suyun rengi kabının rengidir” diye ifade etmiştir.

Bu hüviyet beraberliği nefs tezkiyesi sayesinde potansiyel halden kinetik hale geçer. Bilkuvve halden bilfiil hale geçer. Bu beraberliğin iyice anlaşılması için vahdette kesret, kesrette vahdet irfanı gerekir. Halkta Hakk’ı, Hakk’ta halkı görme irfanıdır. Bu da ancak nefsi irfan ve tevhid ile mümkündür.

Hz. Resul, halkedilenlerin en kamilidir ve kul ile Rabbi arasındaki vasıtaların hükümlerini ortadan kaldıran bu kapı kendisine açılmıştır. Bu nedenle “Beni yerim ve göğüm siğdıramadı, fakat mümin mütteki temiz kulumun kalbine sığdım” kudsi hadisinde işaret edilen hükmün sırrıyla, ümmetine bildirmesi için istediği bilgi ve hakikatler Hz. Peygamberin kalbine (nefsi natıka merkezi) Hakk tarafından nakşolunmuştur. Nitekim Allah Teala şöyle buyurmuştur: “Kendilerine nazil olan şeyleri insanlara haber veresin diye…” (Nahl/44).

“Onda acele edip dilini hareketlendirme” ayeti bir talimdir. Hz. Resul açısından vasıta olmadığından ve gelen vahyi nefsinde bulduğundan batından zahire yansımasıydı. Kendisine (nefsine) verdiği sıkıntı ve şiddeti azaltmak için acele ediyordu. Allah’ta bu ayetle sıkıntısını izole edip kaldırıyordu.

İnsanlar ise hem vasıtalara bağlı hem nefs tezkiyesine muhtaçtır. Nefsindekine ulaşmak için mürşide ihtiyaç duyar. Mürşide edepteki sırda bu hakikatte gizlidir. Hz. Resul’de hazır olduğu halde Cebrail kanalıyla bu hakikatler hatırlatılıyorken, insanın mürşide ihtiyacı ve ebedi daha fazla gereklidir. Zira mürşid nefsin hakikatini ve nefsinde dürülü olan Kur’an’ı batından zahire çıkaracak vesile ve eğitmendir. Hakikatte ise mürşid Allah’tır. Kişiyi kesretten vahdete götürendir. Zahir mürşid bu konunun öğretmeni ve vesilesidir. Allah’ta bu nedenle kullara yardımcı olur. Şu ayetler bunu açıklar: “Biz onu senin diline kolaylaştırdık” (Meryem/97), “Anlayasınız diye onu Arapça bir kitap olarak indirdik” (Zuhruf/3). Allah, peygamber ve varisleri ile Kur’an vasıtasıyla kulun mertebesine inmekte ve ona ilham etmektedir. Mürşide tecelli eden bu nedenle Hakk’tır. Batında Hakk zahirde mürşid irşad edendir.

Allah kulunu bu yolla kendine çekmekse, nefsi natıkasına yerleştirdiği Kur’an sırrını açığa çıkartmayı hedeflemektedir. Bu sır nefsinde dürülü olduğundan elest bezminde “Evet Rabbımızsın” diyenleri, şehadet aleminde de “işittik ve itaat ettik” diyerek kendine ulaştırmayı hedeflemektedir. Hedef Allah,vesile mürşid, nefsi natıkada dürlü olan Kur’an açığa çıkarılması gereken ilimdir. Bu nedenle “Nefsini bilen Rabbını bilir” denmiştir. Nefsine arif olanlara Peygamber’in ruhaniliği yansır bu cismaniyetlerine nur olarak yansır. Her ferd nefs tezkiyesi oranında bu hakikatten payını alır. Zira nefsinin hakikatinde bu sırlar ve Kur’an zaten dürülüdür. Hedef bu hakikat ve sırları batından zahire çıkarmaktır. 


önceki sayfa               sonraki sayfa

Ziyaret Bilgileri
Aktif Ziyaretçi2
Bugün Toplam98
Toplam Ziyaret841761
Hava Durumu
Saat
Takvim