Üyelik Girişi
Site Haritası
Önerilen Siteler

H. Ş. 130. Misal ve Hayal Alemi – Ayan-ı Sabite – Rüya

130. MİSAL ve HAYAL ALEMİ – AYAN-I SABİTE – RÜYA

“Adem (as)’e dünya semasında zürriyetinin amelleri arz olunur. Hz. Yusuf ikincide, Hz. Yahya üçüncüde, Hz. İdris dördüncüde, Hz. Harun beşincide, Hz. Musa altıncıda, Hz. İbrahim yedincide”

Hz. Resul (sav) Hz. Musa’yı yerde kabrinde namaz kılar görür. Daha sonra altıncı semada vücuduyla gördü. Halbuki Hz. Resul Efendimiz “Kabir ahiret menzillerinin evvelidir. Dünya menzillerininde ahirdir”.  Bu berzah alemi hakkında Kur’an’da “İki denizi birbirine kavuşmak üzere salıvermiştir. Aralarında bir engel vardır. Birbirine geçip karışmazlar” (Rahman/19).

Berzah demek, dünya ile ahiret arasını ayırandır. His nazarında yok olup akılda mevcut olan ayna gibi. Baktığında sureti görürsün, ayrıldığında suretin yok olur. Aklında mevcuttur. Uyku aleminde gördüğün suretler mevcut olan halen görünen suretle karşılıklı karşılıklı iki taraftır. Uykudan uyandığında hisde yok akılda mevcuttur. Arifler ölüleri mükaşefe ehli olduklarından uyanık olduğu halde görürler. Zira onlar hayalen ve uyanık olduğu halde görürler. Zira onlar hayalen ve misal olarak mevcuttur. Vücut unsuru ile mevcut değildir. Çünkü onlar vücutsuz sıfattır. Vücutsuz sıfat şafak vakti gibidir. Ne geceden ne de gündüzdendir. Gece ile gündüzün arasını ayırır. İnsan-ı kamil his gözü ile “gayb alemini” müşahede eder. Nitekim Hz. Resul Efendimiz bir gün namazda mübarek elini uzattı. Bir anda rengi değişti. Ashab tarafından sorulduğunda “Namazda mübarek elinizi niçin uzattınız?” – His gözüyle cenneti müşahede ettim, bir salkım üzüm almayı arzu ettim, dünya meyvelerinin lezzeti kalmayacağını keşfettim, almadım”. Renginin değişmeside cehennemi müşahededir. Eğer hayal gözüyle görmüş olsaydı, rengi değişmeyecek ve mübarek eli hareket etmiyecekti. Sen rüyada bir işle meşgul olsan, cismani vücudun hareket etmez. Şu halde Hz. Resul (sav) semadaki zikrolunan enbiyayı ruh ve ceset birlikte miraç etmesi hasebiyle baş gözüyle görmüş ve baş diliyle konuşmuştur. Hatta Hz. Musa namaz hakkında azaltmasını istedi. Onlar ise vücutsuz sıfat ile konuştular. Şimdi bizim rüya aleminde “hayal sultanımız” berzah alemine intikal eder. Manayı suret olarak müşahede eder. Rüyasında evliya görmek dininde sabit, mana olan imanını mescide namaz kılması olarak görür. Mana olan süt ilim olarak değerlendirilir. Hakikat ilmi bal, aşk ilmi şarap suretinde görülür. Keşif ehli, nar ehli olan cinnileri ve nur ehli olan melekleri müşahede eder. Şimdi peygamberler ve velilerin yakaza halinde gördüklerini müşahede etmek istersen “daim zikir” ile hayalini tasfiye, Kur’an tilavetiyle nefsi natıkanı nur eylemelisin. Şimdi hayal gözüyle his gözünün farkı; mesela Kabe’yi bir hacı his gözüyle müşahede etti. Vatanında namaz esnasında Kabeyi hayal gözüyle müşahede eder. His gözüyle görmez. Nitekim Hz. Resul sultan-ı hayalin bizde mevcut olduğunu isbat ederek; “ihsan, Allah’ı görür gibi ibadet etmendir. Her ne kadar sen görmezsen O seni görür” buyurmuşlardır. Hayal Sultanı, senin ayan-ı sabitenin (ilmi hakikatinin) nefs tezkiyesiyle sana sunduğu ilimdir. Buda suretler olarak rüya aleminde ve yakazada açığa çıkar. His ve hayal birleşir. “Huzur”, “huşu” ve “edep” lazımdır ki hayalini bir şeyle meşgul etmemektir. Ki ilmi hakikat aynıyla zuhura çıksın. Şimdi ana karnında nefholunan çocuk hayalmidir, suret midir?. Nitekim Hz. İsa (as) hakkında suret-i halktan önce “ruhumuzdan Meryem’e nehfettik” (Enbiya/91). Hz. İsa ayan-ı sabitesi (ilmi hakikati) olarak mutlak hayal aleminden, sureti ile de beşerdir. Bu nedenle hemen doğdu ve “Ben Allah’ım kuluyum” dedi. Hz. İsa, ruhda kendi suretini bulmasıyla hemen vücut buldu. Bu nedenle ruh önce, suret sonradır. Şu halde hayal ruh suretinden öncedir. Zira hayal, Allah’ın Zati İlmindeki hakikattir.

Lakin dünya aleminde görme hissi afaktaki surete hayali verip, hayalde suret giyer. Bu alemde gördüklerini tasvir eder. Fakat ilahi hayal kendisine mahsus gözüyle bin sene evvel geçmişleri müşahede edip kabirdeki ölüleri görür. İstikbalde olacakları fiile çıkmadan rüya ve yakaza ile görür. Bu ilahi hayal ve Zatı İlim arasındaki ilişki nedeniyledir. Yoksa bu kişinin kendi beşeri hayali değildir. İlahi hayal alemi taalluku hasebiyle üç çeşittir. Elest beezminde takdir olunur:

1. Misal alemi : “Ey baba bu akşam rüyamda onbir yıldız, ay, güneş bana secde ettiler” (Yusuf/4) – Oğlum istikbalde Mısır’ın hükümdarı olacaksın diye yorumlandı. Bu ilahi hayal, Zati İlminden ve ayan-ı sabiteden misal alemi kanalıyla yansımadır.
2. Beşeri hayal alemi: Dünyada bilfiil işlemiş olduğu amellerinin suretidir. İster hayır, ister şer “Kim zerre miktarı hayır yapmışsa onu görür, Kimde zerre miktarı şer işlemişse onu görür” (Zilzal/7-8).
3. Berzah alemidirki kabirdir. Gelelim kabir ahvaline;

Hz. Resul Efendimize İsrafil (as) surundan sordular; “Nurdan bir boynuzdur ki, boynuzun şekli dardır” buyurdular. Şeriat lisanında İsrafilin üfürmesidir. Hakikat ve ledünnisi, bütün mevcudatı içine alan kuvvet ve nurdur.

Zati Nefsinden ilk halkedilen Nefsi Muhammedi (nefsi natıka) yani Hakikati Muhammedi’dir. “Allah evvela Benim nurumu halketti” buyurup o nurdan (Nuru Muhammedi) bütün mevcudat zahir oldu. Lahut, Ceberut, melekut ve şehadet alemlerini muhittir. Her peygamberin derecesi nispetinde o surdan payı vardır. Hz. Musa’nın defnolunduğu kabirden altıncı kat semaya kadar ruhu uzar. Diğer peygamberlerde faziletleri nispetinde genişler. “O peygamberlerin bir kısmını diğerlerinden üstün kıldık” (Bakara/253) ayeti buna şahittir. İmam-ı Ali’nin ruhu kabirden kürsiye kadar, Hz. Resul’ün ruhu (nefsi natıka) arşa kadar muhittir. Müminlerde derecelerine göre illiyyine kadar uzar. Facirlerde küfür ve masiyetlerine göre siccindedir. “Doğrusu günahların yazısı muhakkak Siccin’de olmaktır” (Mutaffifin/7), “Hayır andolsun, iyilerin kitabı illiyyundadır” (Mutaffifin/18).

Cenabı Hak hem hayal (ilim), hem misal, hem de şehadet aleminde sıfatları ve isimleri suretinde müşahede edilir. Nitekim Hz. Resul (sav) “Rabbimi ayaklarında altından nalın, başında zeber ceddentaç, saçları kıvırcık genç bir delikanlı suretinde müşahede ettim” buyurmuşlardır. Hakk’ın sırrı olan “İNSAN” vasfıyla gerçekte müşahede edilebileceğinin ifadesidir. Bu nedenle peygamber ve velilerde Hakk müşahede edilir. Bu gerçeği ifade için Hz. Resul “Beni gören Hakk’ı görür” buyurmuşlardır.

İmamı Azam efendimiz “Cenabı Hakkı rüyamda doksan dokuz defa gördüm” yani doksan dokuz isimleri suretinde gördüm diye ifade etmiştir.

Hakkı Künhü Zatı itibariyle görmeyi akıl tenzih eder. “O’nun benzeri bir şey yoktur” (Şura/11) ayeti bunu anlatır. “O semi ve basırdır” (şura/11) ayeti ise Zatını batın olarak, isim ve sıfatlarının eserlerini suret olarak müşahede edileceğini ifade eder. Hz. Ali (kv) bu nedenle “Görmediğim Allah’a ibadet etmem” buyurmuşlardır.

Cenabı Hak Zati itibariyle hayalin dışında ve hayal alemini muhittir. Bir kimse ister said olsun, ister şaki olsun, onun ruhu İsrafil (as)’ın hayal boynuzundadır. Dereceleri mukayyeddir. Peygamberler, veliler, şehidler hayal aleminde mutlaktır. Zati İlimde ayan-ı sabiteleri itibariyle Hakk’tırlar. Diğerleri amelleri nispetinde derece derecedirler. Nitekim firavun hakkında “Onlar sabah akşam o ateşe sokulurlar, kıyametin kopacağı günde Firavun ailesini azabın en çetinine sokun denilecek” (Mümin/46) ayeti ile sabittir. Yani İsrafil’in surunda gece gündüz ateşte hayaliyle azaptadırlar. Kıyamet gününde hissi azap olan cehenneme girerler.

Bilgi vermesi açısından RÜYA ile ilgili bilgiler aşağıda verilmiştir.

Âlem-i Misâl : (Misâller âlemi) Bu mertebe Zât’ın hariçte bir takım lâtif şekil ve sûretlerle zuhurudur. Bu mertebeye “misâl âlemi” denilmesinin sebebi, “Rûh âlemi”nden meydana gelen her bir ferdin, cisimler âleminde kazanacağı sûrete benzeyen bir sûretin bu âlemde meydana gelmesidir. Bu sûretleri hayâlimizde idrak edebildiğimiz için, buna “hayâl âlemi” de diyebiliriz. Tasavvuf erbabı misâl âlemini iki kısma ayırmışlardır.

 1.     Buna “misâl-i mutlak”, “hayâl-i mutlak”, “hayâl-i munfasıl” (ayrı olan hayâl) gibi isimler verilir. Bu âlemin idrak edilmesi için, insânın hayâl kuvveti şart değildir; görme kuvveti ile de idrak edilebilir. (Aynada ve parlak satıhlarda görünen sûretlerin göz ile idrak edilmesi gibi...) Bu mertebeye “ayrı olan hayâl” denmesinin sebebi insânın “hayâl kuvveti”nden ayrı olarak mevcûd olmasından dolayıdır. Rûhların ceset rengiyle görünüşü bu kısımdandır. Nitekim ölen bir kimsenin rûhu, rü’yâda cismani bir sûretle görülebilir. Kâmilin Rûhu, müridine cismani sûretle görülebilir. Kâmilin Rûhunun, müridine cisim olarak görünmesi de bu kabildendir. Misâl âlemine, “berzah”, “lâtif olan mürekkebât âlemi” de derler. Bir kısım kimseler “âlem-i ervah”ı “misâl âlemi”yle bir sayarak, her ikisine “Melekût âlemi” demişlerdir. Misâl âlemi, “âlem-i ervah”ın feyzini şehâdet âlemine ulaştıran bir vasıtadır. Rûhlar ile cisimler arasında bir berzahtır. Bu yüzden her iki âlemin hükümleri bu âlemde toplanmıştır. Çünkü hem zâhir, hem de bâtındır; bununla beraber her iki âlemin gayrıdır. Cisimler gibi, uzunluk, genişlik ve derinliğe sâhiptir. Rûhlara nispeten kesif, cisme nispetle lâtiftir (Cinler de bu âlemdendir). Aynada görülen bir sûretin genişliği, uzunluğu ve derinliği nasıl hayâlen varsa, hayâl âleminin varlıkları da böyle müşahade edilir; rûhani ve lâtif olduklarından el ile tutulamaz bıçak ile kesilemezler. Maddeden sıyrılmış olan zâtların sûret ve benzer cisimlerde müşahedesi, “âlem-i misâl”de vâki olur. Nitekim Hz. Cibril bazı vâkitlerde “server-i âlem” (sav) Efendimiz’e, ashâb-ı kirâmdan “Dıhye-i Kelbi” sûretinde zâhir oluyordu. Hızır ve enbiya (a.s.) ile evliyâ-ı kirâm hazarâtının müşahadeleri bu âlemde vâki olur. Bu âlemde zâhir olan şeyin, his ve şehâdet âleminde zuhurundan evvel görülmesi mümkündür. Nitekim irfan ehlinden ve diğer insânlardan birçok kimseler rüyâlarında bir takım vukuat müşahede ederler, ki onun eseri sonradan “âlem-i şehâdet”te meydana gelir. “Misâl âlemi”nin sûretleri insâna, rüyâda; “havâss”a ise, hem rüyâda, hem de uyanıklık halinde münkeşif olur.

 2.    Misâl mertebesine bitişik ve onun bir kanalı durumunda olan ve “insânda mevcûd” bulunan “hayâl”dir. Buna yukarıdaki “hayâl-i mutlak” mertebesine nisbetle, “hayâl-i mukayyed” isimleri de verilir. İnsân vücûdunda bulunduğu için “hayâl-i muttasıl” (bitişik hayâl) de denir. Çünkü bunun insân varlığı dışında vücûdu yoktur. Bu âlemin idrak edilebilmesi için insânın “hayâl kuvveti” şarttır. Bu “rüyâ âlemi”dir. Bir tarafı misâl âlemine ve bir tarafı da insâna bitişik olan hayâl-i mukayyet âleminde yani rü’yâda süflü/aşağı âleme ait sûretler gördüğü vâkit, bunların bir hakikati olmadığı fâsid/kötü/bozuk hayâllerden ibaret olduğu bilinmelidir. Bunlar mânâsız rüyâlar olup yorumları yoktur. Fakat riyazâtlar ve mücâdeheler ile kâlb aynası saflaşmış ve “şehvet”lerden kurtulmuş ve mâsivâdan uzaklaşmış âriflerin hayâl aynasında görülen sûretler “misâl âlemi”nden aksediyorsa, bu hayâller ister uykuda, ister uyanıklık halinde görülmüş olsun, gerçek ve doğrudur. Zira “misâl âlemi”, Cenâb-ı Hakk’ın ilim hazinesi olduğu için oradan akseden “hayâl” ler bir hakikati aksettirir. İnsân “hayâl kuvveti” sayesinde misâl âlemine dahil olup, orada temessül etmiş gayb mânâlarına muttali “vakıf” olur. Görülen bu sûretlerin bazıları tabire muhtaç olur, bazılarıda tabir gerektirmez. “Doğru rüya, Allah’tan bir vâhiydir.” (hadis) “Doğru rüya, peygamberliğin kırk altı parçasından bir parçadır.” (hadis) Onun için rüyâda görülen bu çeşit hayâller iki kısma ayrılırlar.

 a.    Keşf-i mücerred : (Açık Rüyalar)

Duyularla idrak edilen, sûretlere uygunluğu olan sûretlerin görüldüğü rüyâdır. Buna gaybda olan sûretlere vakıf olmak denir. Bu türden olan rüyâların tevil ve tabir edilmesine ihtiyaç yoktur. Görüldüğü gibi aynen zuhur etmesi ümit edilir. Nûr, “mutlak misâl âlemi”nin asli sıfatıdır. Rüyâda bu “nûr”, insânın “hayâl”i üzerine yayılır. İşte bundan dolayı “sâdık rüyâ” Hz. Peygamber Efendimizde “vâhy’in başlangıcı” olmuştur. İlk vâhyi teşkil eden bu rü’yâları “keşf-i mücerred” şeklindedir. Fakat Hz. Peygamber, ilk vâhiylere rüyâda nail olmuş ise de, ona “uyur” denilemez.

 b.    Keşf-i muhayyel : (Tabir Gerektirenler)

Rüyâda, duyularla idrak edilen sûretlere doğrudan uygunluğu olmayan sûretler görmektir. Bu tür rüyâlar tabir edilir; tabir edilmeksizin anlaşılması mümkün olmaz. Tabir ise, rüyâda görülen sûretlerle münasebeti olan duyular âleminden bir sûret ile yapılır. Mesela Rasûlullah’ın, rüyâda kendisine ikram edilen “süt’ü” “ilim” ile yorumlamaları gibi... Süt ile ilim arasındaki bağlantı, “süt”ün, beden için, gıda; “ilm”in de, Rûh için gıda olmasıdır. Rüyâ tabirinde belirli kaide, kanunlar yoktur. Rüyâda görülen tabire muhtaç sûretlerin yorumu, ancak kendisine“ilm-i Nûraniyyet” ihsan edilmiş kimseler tarafından yapılabilir. Kendisinde bu ilim olmayan kimseler rü’yâda görülen sûretlerin mânâsını anlayamazlar. Zira rü’yâda benzer sûretler gördükleri halde her şahsa ayrı yorum yapılır.



önceki sayfa               sonraki sayfa

Ziyaret Bilgileri
Aktif Ziyaretçi1
Bugün Toplam62
Toplam Ziyaret840387
Hava Durumu
Saat
Takvim