Üyelik Girişi
Site Haritası
Önerilen Siteler

N. T. 5. Nefs Tezkiyesi ve Şeriat-ı Muhammedi

    5. NEFS TEZKİYESİ ve ŞERİAT-I MUHAMMEDİ

    Şeriat-ı Muhammedi ve Sünnet-i Muhammedi insanlığın yaşamını düzene ve nizama sokan Allah ilminin şehadet alemine yani dünyaya yansımasıdır. Şeriat-ı ve Sünnet-i Muhammediye’yi Peygamber Efendimiz (sav) şöyle tanımlamıştır: “Şeriat sözlerimdir, tarikat fiillerimdir, marifet tavırlarımdır, hakikat sırlarımdır”. Örnek verilecek olursa; Peygamberimiz (sav): Adem su ve balçık arasında iken Ben peygamberdim” ve “Biz son gelen ilkleriz” sözlerini de söylemiştir. Bu sözlerin hakikatine ve marifetine ulaşmak tarikat (fiiller) yoluyla mümkündür. O’nun batını Hakikat-i Muhammedi zahiri Hz. Muhammed (sav) olduğundan bu ilişkinin anlaşılması için irfan eğitiminin alınması gerekir. Bu sözlerin açılımının anlaşılabilmesi için zahiri şeriat hükümleri yetmez. Hakikat-i Muhammedi peygamberimizin batınıdır. Batını olan hakikat ve marifete ise irfan eğitimi yoluyla ulaşılabilir.

    Allah ilahi hüviyetinide “Hüvel evveli, vel ahiri vez zahiri vel batın ve hüve külli şeyin alim” (Hadid/3) olarak “O evveldir, ahirdir, zahirdir ve batındır, her şeyi bilicidir” diyerek belirtmiştir.

    Allah’ın hüviyetinin aynası ve tecellisi ile aynısı olan Peygamberimizin de (sav) bu vasıfları taşıyacağı açıktır. Peygamberimizin ve hepimizin evveli-ahiri ve zahiri-batını mevcuttur. Şeriat-ı ve Sünneti Muhammedi bütün bu vasıfları bünyesinde cem etmiştir. Hem evveli, hem ahiri hem zahiri hemde batını ifade etmektedir. Bu vasıfları taşımayan ilim eksiktir ve tamamlanması gerekmektedir.

    Şeriat-ı ve Sünnet-i Muhammedinin temeli Kur’an’dır. Peygamberimiz (sav) Kur’an için “Kur’an’ın zahiri, batını, haddi ve matlaı vardır. Batınında yetmiş batına kadar anlamı mevcuttur” buyurmuşlardır. Kur’anın zahiri, zahiri şeriat hükümleridir. Batını ise Hakikat-i Muhammedi kaynaklı ilimlerdir. Haddi sınırları, matla-ı kaynağını aldığı mertebelerdir. Görüldüğü üzere Kur’an’ında zahiri, batını, evveli ve ahiri mevcuttur. Zira Kur’anda ilahi hüviyet (hüve) kaynaklıdır. Allah’ın ilmi ve kelamıdır. “Benim mucizem Kur’andır” buyuran Hz. Resul (sav) adeta Şeriat-ı ve Sünnet-i Muhammediyi her mertebede ezeli ve ebedi olarak açıklamıştır. Bu nedenle şeriat ve sünneti zamanla ve mekanla sınırlandırmak mümkün değildir. Her an gelişen ilmini açıklar, sadece zahirini değil, batını, evveli ve ahiride içine alan hakikattir. Bu hakikatlere ulaşmak içinde O’nun yolunu izleyip “tarik-i Muhammedi” yoluyla hakikat ve marifet sırlarına ulaşmak gerekir. Kısacası şeriat-ı ve sünnet-i Muhammediye şeriat, tarikat, hakikat ve marifet mertebelerini bünyesinde barındıran hakikattir ve ilimdir. Bu hakikate ve ilme ulaşmanın yoluda tüm bu mertebelerin ilimlerini yaşama sokmakla mümkündür. Kişi bu mertebeleri yaşama soktuğu oranda Peygamber Efendimizin Sünnetine hakkıyla riayet etmiş olur. O’nun aynası olur. Sadece zahir ile yetinmek eksik olup, batını ile de tamamlanması gereken bir olgudur. Nefsimize tatbik edeceğimiz Sünneti Muhammedi hem zahir hem batın hem evvel hem ahir hükümleri içermelidir. Zira nefsimiz Hakkın Rab ismiyle tecelli mahallidir. Allah Rububiyetini Kur’anla kullarına bildirmiştir. Nefsi natıkamızı, Kur’an-ı natık haline getirebilmemiz için tüm bu hükümleri bir arada nefsimize tatbik ederek O’na ayna olabiliriz. Ancak bu yolla İlahi hüviyetten hissemize düşen payı arttırarak Rabbımızı bilme yolunda ilerlemiş oluruz.

    Allah, hüviyetini alemlerde Kur’an ile açmıştır. Kur’an hakk’ın ilmini alemlerde zuhura getirmesi ve ilahi kanunlarla alemlerde konuşmasıdır. Bu nedenle alemler ve insan fiili Kur’an, temsili Kur’an ve tafsili Kur’an’dır. Her mevcud ve insan kendi nefs mertebesinden Kur’an’ın zuhura çıktığı görünme yerleridir. Kur’an her zamanda zamanın gerektirdiği ilmi açığa çıkarır. Kur’an’ın açığa çıkardığı hüviyeti kadar Hakk’ı bilebiliriz. Açmadığı kısım ise “hüviyet gaybı” olarak gizli hazinenin açılacağı zamanı bekler. Hz. Resul (sav) “Kur’anın zahiri, batını, haddi ve matla-ı ve batınında batını vardır” buyurarak bize bu konuda büyük ışık tutmuştur.

    Kur’anın zahiri açıklanan zahir şeriat hükümleridir. Batını ise zahir yönün hakikat ve marifet hükümlerin bildirilmesidir. Haddi derken zahir ve batın hükümlerini belirten ve birleştiren sınırları açıklar. Matla-ı derken ise zahir-batın-evvel-ahir hükümlerini birleştiren ana kaynağı Zati Hüviyetini belirtir. Bunu belirten ayette “O (hüve) evveldir, ahirdir, zahirdir, batındır; O (hüve=ilahi hüviyet) her şeyi bilicidir” (Hadid/3) buyurulmaktadır. Bu nedenle Şeriat-ı Muhammedi ve Sünnet-i Muhammedi bütün bu vasıfları birleştiren ve açan hususları içerir. Kur’anın yaşama sunulmuş biçimidir. Zahirsiz batın, batınsız zahir, evvelsiz ahir, ahirsiz evvel eksiktir. Şeriat-ı Muhammedi’nin yaşanmasıda bu nedenle eksik kalır. Şeriat-ı Muhammedi ise insanı “kamil insan” yapmak üzere konulan hükümleridir. Eksik ve noksan bir insan Hakk’ı tam yansıtamaz. Eksik ayna olur. Kur’an’dan Temsil ettiği ise yansıttığı kadardır. “Ben Ademi kendi suretimde ve Rahman suretinde yarattım” kudsi hadislerinden hissesi kamil manada olmaz. İsim ve sıfatlarını ve Hakk’ı temsil ve tafsil ettiği oranda insan olur. Esas olan ise “insan-ı kamil” olmaktır. “Zahir-batın-evvel-ahir” yönleriyle ilahi hüviyeti kamil manada temsil ederek “halife” olarak yaşamaktır hedef. Bu nedenle Kur’an’ı hadiste belirtildiği ve ayette açıklandığı üzere zahir-batın bütünlüğü ile yaşamak gereklidir. Şeriat-ı Muhammedinin gerçek hedefi de budur. “O hevasından konuşmaz. Konuştuğu ancak vahy iledir” (Necm/3-4) hükmü gereği Sünnet-i Muhammedi’de Kur’an’ın yaşanmış ve tafsil edilmiş halidir. O da bütün bu özellikleri açandır.

    Nefsi natıka ise Allah’ın nuru ve Kur’anın sırrı makamıdır. Kendinde dürülü olan Kur’an sırrının açığa çıkabilmesi için Şeriat-ı Muhammedi ve Sünnet-i Muhammediye’ye uyması gerekir. Nefsi natıka asli haline gelene kadar ancak Şeriat-ı ve Sünnet-i Muhammedi’ye uyar ve uygularsa NUR ve KURAN-I NATIK vasfını kazanabilir. Bunun başka bir yolu yoktur. Bu nedenle nefsi natıkanın bu vasıfları kazanması ancak “zahir-batın-evvel-ahir” hükümlerini bünyesinde yaşaması ve birleştirmesi ile mümkündür. Bu hükümleri birleştirmeyen “kamil insan” ve “kamil halife” olamaz. Kendi nefs mertebesinin temsilcisi ve uygulayıcısı olurlar. İnsan-ı Kamil tüm bu hükümleri birleştirdiği için Hz. Resul (sav) “Beni gören Hakk’ı görür” buyurmuştur. O, tüm yönleri ile (zahir-batın-evvel-ahir) Hakk’ı temsil eden ilahi aynadır. O’nun varislerinin de hissesi vardır, bu açıdan bu hadisten hissemizde ancak Şeriat-ı ve Sünnet-i Muhammediye’yi ilahi hüviyetin bu dört itibari ile birleştirebildiğimiz orandadır.

    Makam-ı Mahmud’daki yerimizde, mümin ve Müslüman olarak mertebemizde “zahir-batın-evvel-ahir” hükümlerini “şeriat-tarikat-hakikat-marifet” mertebelerinde idrak ederek yaşamamız ile ilgilidir. Tüm bu hüküm ve mertebeleri birleştirmek ise Şeriat-ı ve Sünnet-i Muhammediye’yi yaşama alıp “Kur’an-ı Natık” olmaktır.

    Nefsimiz, Rabbın tecelli mahalli olarak Şeriat-ı Muhammediye’yi tatbik alanıdır. Nefsimize bakıp kendi mertebemizi tespit ederek yolumuza devam etmeliyiz. “Nefsini bilen Rabbını bilir” hadisinin bir açılımı da budur. Nefsimize tatbik ettiğimiz hükümler oranında, Rabbımızı bilebiliriz. Eğer dar kalıplar içinde Şeriat-ı ve Sünnet-i Muhammediye’yi kabul edersek, kendi nefsimizi kendimiz sınırlamış oluruz. Bu da Hakk’ı sınırlamak olur ki, nefse zulumdür. Allah nefse zulüm etmemizi bu nedenle yasaklamıştır. Sonsuz ve sınırsız Allah’ı dar kalıplar içine koyup sınırlandırmak, O’nu bilip idrak etmemizi de sınırlamak demektir. Kur’an ise Zati İlimdir ve Zatı İlme sınır yoktur. Hedef, “daima ileri” parolasıyla zatı ilimden hissemizi her an arttırmak olmalıdır.

    Şeriat-ı ve Sünnet-i Muhammedi, zahir-batın-evvel-ahir tüm hükümleri bünyesinde barındırır. Bu itibarları birbirinden ayırmak eksik bir anlayıştır. Nefs tezkiyesi hakiki manada ancak bu dört itibarın gerçekleşmesi ile mümkündür. Zira en kamil nefsi natıka Peygamber Efendimizin nefsidir. O nefsini şöyle tanımlar: “Benim mucizem Kur’an’dır”. “Yaşayan Kur’an” ve “Kur’an-ı Natık” olan Efendimizin şeriatı ve sünneti bu itibarlar (zahir-batın-evvel-ahir) hakiki manada gerçekleştirilerek yaşanabilir. İnsan-ı kamil olmanın yolu budur. Hakk’a halife ve Efendimiz’e varis olabilmenin yolu ancak budur. Nefs tezkiyesinde ayna bu nedenle Efendmiz (sav) dir. Bu dışı (zahiri) Şeriat-ı Muhammedi; içi (batını) Hakikat-i Muhammedi olarak yaşamaktır.

    Nefs tezkiyesi olup, asli haline yani NUR’a ve KURAN SIRRI’na ulaştığında alemlere ayna olur. Her şey O’nda ve O her şey de görülür. Arifibillah olan mürşidlerin vasfıda budur. Arifibillahlar nefsi marziye ve nefsi safiye (zekiyye) mertebesine ulaşan halife ve varisler olduğundan nefs tezkiyesi vesilesidir.

    “Mümin müminin aynasıdır” hadisi çerçevesinde taliplilere ayna olup, Hakk’ı ve Şeriat-ı Muhammediye’yi gösterirler. Gösterdikleri yol irfan yoludur. Nefs tezkiyesinin vesileleri ve rehberleridir. Kur’an ve Sünnet-i Muhammedi’yi yaşayıp ve yaşatan öğretmenlerdir. Kaynakları ise Allah ve Resulüdür. Onların batınları budur. Zahirde ise vesiledirler. Hakk’ın tecelligahı ve görünme yerleridir. Her kişi bu vasıfları taşıyan arifibillahları bulma yolunda çaba göstermeli, Hakk’tan talep etmeli ve bulduklarında O’na uymalıdırlar. Nefs tezkiyesinde bu husus çok önemlidir. Bu vasıfları taşımayanlar ise Hakk’a ulaştıramayan yol kesicilerdir. Bu kişilerden sakınılmalıdır. Gerçek arifibillah olan halife, vekil ve varisleri Hz. Resul’ün dilinden Kur’an şöyle ifade etmektedir: “ben ve bana tabi olanlar basiret üzere Allah’a davet ederiz” (Yusuf/108).

    Gerçek mürşidi kamiller Kur’an ve Sünnet-i Muhammediye üzere “Allah”a davet edenlerdir. Onların batını Hakk’tır. Dolayısıyla irşad eden O, hidayete erdiren O, kamil olan O’dur. Bu yolda şu sır hiç unutulmamalıdır. Şeriat-ı ve Sünnet-i Muhammedi, Hakikat-i Muhammedi’nin ta kendisidir. Tek hakikatin zahir ve batın itibarlarıdır.

     

    Hak cemâlidir cemâlin Hak kelâmıdır sözün
    Aşık isen bilmeğe sa'y et dilâ kendi özün

    Sana ta'îîm eyledim zât-ı tecelli sırrını
    Suretin ayn-ı tecelli ayn-ı zât oldu özün

    Zâtının ayniyetidir hem sıfatı şüphesiz
    Pes yüzün aynı yüzündür hem sözün aynı sözün
    Zahirin oldu mukayyed bâtının mutlakdadır
    Arif isen ayn u gayr-i halk u Hak oldu özün

    Hâsılı sensin vücûd-u mutlaka mutlak nişan
    Yerde gökde aradığın kendiözündür kendiözün

     Hak durur sende görünen başdan ayağa neman
    Hak kulağıdır kulağın Hak gözüdür hem gözün

    Zâhir-ü- bâtında Hakdır çünkü varlık Gaybî'yâ
    Dime hergiz Hakka sen ben kalmasun izin tozun

                                                                  Hz. Sunullah Gaybi Baba (ks)


    önceki sayfa               sonraki sayfa
    Ziyaret Bilgileri
    Aktif Ziyaretçi3
    Bugün Toplam188
    Toplam Ziyaret836069
    Hava Durumu
    Saat
    Takvim