Üyelik Girişi
Site Haritası
Önerilen Siteler

nefsi safiye

NEFS-İ SAFİYE

Diğer adları: Nefsi kamile, nefs-i zekiye, Saliha nefs

ANLAMI:           Saflaşmış, arınmış, kemale ermiş nefs mertebesi.

ZİKRİ:              Kahhar Kahhar Ya Kahhar

Kahhar isminin kısaca anlamı:    Kudretinin karşısında her şeyi aciz bırakan, kullarını, her mevcudu hakimiyet ve kudretle galebe eden ve onları isteselerde istemeselerde istediği yöne yönelten ve onları yöneten. Her şeyi hükmüne itaat ettirebilen, Hakk edenleri kahrederek zelil ve perişan hale götüren. 

TEVHİD ZİKRİ:  lâ havle vela kuvvete illa billah; lâ ilahe illallah

                        (Allah’dan başka kuvvet, kudret sahibi yoktur) (Kuvvet, kudret ancak Allah’ladır)

                        (Allah’tan başka ilah yoktur) (İlah ancak Allah’tır)

İDRAK AYETİ: “Kad eflaha men tezakka” (Ala/14)

Mealen:            “Nefsini temizleyen kurtuluşa (felaha) erdi”  

İDRAK AYETİ:   ”Kad eflaha men zekkaha” (Şems/9)

Mealen:            “Nefsi temizleyip, arıtan kurtulmuştur””.

İDRAK AYETİ:   “Fen talakâ hattâ iza lekıyâ gulamen fekatelehü. Kale ekalte nefsen zekiyyeten bigayri nefsin” (Kehf/74)

Mealen; “Yine yürüdüler. Nihayet bir erkek çocuğuna rastladıklarında (Hızır) hemen onu öldürdü. (Musa) dedi ki: Tertemiz bir nefsi, bir nefis karşılığı olmaksızın katlettin ha”

İDRAK AYETİ: “Ennebiyyü evlâ bilmüminine min enfûsihim” (Ahzab/6)

Mealen: “Peygamber, müminlere kendi nefislerinden daha yakındır.”

İDRAK AYETİ: “Vestene’tüke linefsihi” (Taha/41)

Mealan: “Seni, nefsim için seçtim”

İDRAK AYETİ: “Limenil mülkül yevm lillahil Vahidil Kahhar” (Mümin/16)

Mealen: “Bugün mülk kimindir? Vahid ve Kahhar olan Allah’ındır”

İDRAK AYETİ: “Felâ temutünne illa ve entüm müslimune” (Bakara/132)

Mealen: “Sakın ha ölmeyin, ancak Müslüman olarak ölün”

İDRAK AYETİ: “Yâ eyyetühen nefsul mutmainne “İrci’î ilâ Rabbiki radiyeten merdiyyeten Fedhuli fiibadi. Vedhuli cenneti.” (Fecr/27-30)

Mealen: “Ey mutmain nefs, Sen O’ndan razı, O’da senden razı Rabbına dön. Kullarım arasına gir. Cennetime dahil ol.

Nefs-i natıka bu mertebede  “Ahfa” ismiyle müsemma olur. Ancak nefs-i natıkanın “ahfa” sıfatını kazanması için, beş hazret mertebelerindeki ilgili bölümün eğitimini de alması gerekir.

YAŞANTISI:      Nefs-i safiyenin belirgin sıfatı, beşeri varlığından tamamen soyunmuş olmasıdır. Ahlakı yokluktur, hiçliktir, yorumsuzluktur. Özelliği renksizlik, kayıtsızlıktır, dünyaya ve içindekilere Hakk ettiği kadar değer vermektir. Kendini gerçek hüviyeti ile bir başka manada, bir başka alemde bulmasıdır. Geçici dünya şartlarından kurtulup ebedi aleme intibak etmenin başlangıcıdır. Kişi dilerse seyrini bunada bırakabilir, fakat daha ilerisini isterse çalışmalarını sürdürmesi gerekir. Rengi renksizliktir. Bu makamın anahtarı ve yükselticisi KAHHAR ismidir. Mürşidinin himmeti irşadıdır. Korkusu heybete, ümidi Üns-i billaha dönmüştür. FENA ve BEKA hallerinin yaşanmasının başlangıcıdır.

Nefs-i safiye mertebesi, nefsani ve ruhani saflığın, mutlak arınmışlığın en üst seviyede gerçekleştiği mertebedir. Subjektif olan her şey geride kalır. Bütün geçici ve maddi kayıtlardan hür bir varlık olarak ferd, bu mertebede Allah ile O’nun hüviyetiyle birleşir ve dünyevi hayatına O’nun halifesi olarak devam eder. İşte burası, halife sözcüğünün çıkış noktasıdır. Bu makamda renk yoktur, saf nur vardır. Ferd diğer insanların arasında günlük hayatına devam eder. İrfanı olmayan bir insan o ferdi diğer insanlardan ayırt edemez. Zati tecelliye de mazhar olan nefistir. Nefsinin asıl hüviyetini idrak edip, “nefsini bilen Rabbını bilir” hitabını yakından anlayan arınmış, zekiye olmuş nefs mertebesidir. Arındığı için nefs-i natıka aslı olan Allah’ın nuruna, Kur’an’ın sırrı makamına ulaşmıştır.

Nefsi kamile tezkiye neticesinde arınmış, saf, berrak ulvi ve olgun nefstir. Marifet sırlarının tahsil edildiği ve ancak Cenab-ı Hakk tarafından Vehbi olarak lütfedilen bir makamdır. Hakk vergisidir, sadece çalışmakla olmaz. Çok çalışma ve gayret ve fedakarlıklar neticesinde Hakk’ın bir lütfu olarak, Vehbi olarak kişiye armağan edilir. Kader sırrına mebni, ezeli istidata göre ilahi bir ihsandır.

Nefsi kamileye erişenlere, beş hazret mertebelerinin eğitimide verilerek gerekirse umumiyetle irşad hizmeti tevdi edilebilir. Bu nedenle bu makama irşad makamıda denilir. Cenab-ı Hakk bu mertebedekilerin hal ve davranışlarında ki mükemmellikle insanları gafletten ikaz edici bir tesir halk eder. Böyle zatlar, bir fasık ile görüşseler, o fasığın halini anlar; kalbi hastalıklarının ilacını hal lisanıyla kendilerine bildirirler. Fasık, eğer kalbi mühürlenmemişse, insafa gelir ve pişmanlıkla gafletten uyanır. Bütün güzel ahlak vasıflarını bünyesinde toplamış, salih ameller yapan nefsin mertebesidir. Nefs-i safiye sahibi vehbi olan ilmi ledünne mazhar olmuş, beş hazret mertebesinde bu sırlara vakıf olacak varis-i enbiyadır. Bu mertebede kalpte lahuti güneşin doğmasıyla bu yüksek tecellinin nurlu eserleri insanın bütün azalarında zahir olur. O zaman bu makam sahipleri kulluk vazifelerini derin ve deruni bir zevk ve neşe içinde seve seve ifa ederler. Bu makam sahiplerine ilahi sırlar ilham edilir. Arif olan bu veliler halkı bir menfaat mukabilinde olmayarak, Allah’ın Zatına, Hakk yoluna davet ve irşad ederler. Cenab-ı Hakk şöyle buyurur: “Derken kullarımızdan bir kul buldularki, O’na katımızdan bir rahmet vermiş, yine ona tarafımızdan ilmi ledünni öğretmiştik” (Kehf/65)

Ayrıca Cenab-ı Hakk bu ferdler için şöyle buyurmuştur: “Kudretine nihayet olmayan Allah’ın sadakat meclisinde huzuru kibriyasındadırlar” (Kamer/55).

Batın saltanatı kemale erip, mücahede asli olarak tamam olmuştur. Ancak “ene” nur olmasına rağmen, bunu devam ettirebilmek için ve nuru arttırabilmek için mücahedeye devam etmek gerekir. Bu kamil arifin amelleri “Allah için” dir. Kudsi Hadis’te şöyle buyrulmuştur: “Kim Allah için olursa, Allah’da onun için olur” Temiz nefesleri kudret ve inayettir. Sözleri ilim ve hikmettir, pür lezzet ve halavettir. Yüzünü görmek huzur ve saadettir. Bu arifi görenlerin kalbine, Allah Tealayı zikretme ve O’nu hatırlama fikri gelir. Huşu ve hudu ona yönelir. Bu makamın sahibi bir an ibadetsiz olmaz. Bedenin her uzvuyla ibadettedir. Hakk’tan gafil olmaz. İstiğfar ve tevazusu çoktur. Bu makamdaki arifin kahrı lütfuyla, celali cemaliyle karışmıştır. Himmetle bir şeyin olmasına uygun, rıza ve kızmasıda Hakka mutabıktır. Ruhu daima Hakk’ın huzurundadır. Nur kaynağı, Kur’an ve hadisleri her mertebede yerine göre açıklayan ferddir. Cenab-ı Hakk şöyle buyuruyor: “Bu Allah’ın dilediğine verdiği lütufdur. Allah’ın lütfu ve ilmi geniştir” (Maide/54)

Bu makamda mahviyet vardır. Vücud, akıl, ruh, nefs, kısaca nefs-i natıka nur olmuştur. Bu “nur oluş” nedeniyle Peygamber Efendimizin gölgesi olmamıştır. Adem (as) bu nur-u Muhammedi sayesinde bütün isimleri ve eşyayı bilmiştir. Bu mertebe sahiplerininde Nur-u Muhammedi’den hisseleri vardır.

“Ben kulumu sevdiğim zaman, onun duyan kulağı, gören gözü, tutan eli olurum” hadisinin sırrına ermiştir. Ölümle kalkacak perdelerin arkasını görerek daha dünyada iken ahireti idrak etmiştir. Hz. Ali (kv) bu makamda “Perde kalksaydı, yakînım artmazdı” buyurmuşlardır.

Safiye nefs mertebesi Allah ile kulu arasındaki esrar makamıdır. Tadmayan bilmez, vasıl olan ancak gerektiği kadarını söyleyebilir.

Nefs-i safiye sahipleri ayrıca şu vasıfları da taşır:

  1. 1.    Onlar Hakk’ın kulu, kölesidir. İyi bilirlerki Mevla dilerse tutar, dilerse atar; dilerse muhafaza eder, dilerse etmez
  2. 2.    Bir damla rahmeti ilahiyeye muhtaç olduklarını bilirler. Aczlerini, fakrlarını bilirler.
  3. 3.    Bildirilmedikçe, bildirilmeyen hiçbir şeyin bilinemeyeceğini bilirler.
  4. 4.    Mevla dilerse istediklerini saadet dairesine alır, dilediklerini almaz.

Kısacası her an, her tecellide Hakka muhtaç olduğunu, her mevcudun ve kendisinin her zerresinin O’nunla varlığını devam ettirdiğini yakinen idrak eder. O’nu hem sever, hem de korkar. Bu mertebe Resulullah Efendimiz “Allah’ı en çok bileniniz benim, O’ndan da en çok korkanınız benim” buyurmuşlardır.

Bu nedenle şöyle buyurmuşlardır: “Sana ruhum ve cesedim bütünüyle secde etti”

Bu mertebeye eren arifde bilirki, ne zaman O’nu ansa ruhu secdededir. Bunlar hakikat ölçüleridir, hareketler bu ölçülerle anlaşılır. Bu nedenle kamil nefs sahipleri Kur’an ve Sünneti Muhammedi’nin emirleri dışına çıkmamaya çok özen gösterirler. Hakk’ın kayyumiyeti ile devam ettiğini idrak eden nefs, artık tüm varlığını asıl sahibine teslim etmesi gerektiğini anlar. Bütün varlığının devamının Allah’ın kuvvet ve kudreti ile sağlandığını (lâ havle vela kuvvete illa billah) ve varlığının temel kaynağının Allahü Teala’nın uluhiyetine dayandığını (lâ ilahe illallah) kavrar. Allah’ın Zatı, sıfatları ve isimleri ile uluhiyetini alemlerde ve dolayısıyla kendisinde ilan ettiğini iyice idrak eder. Allah’ın zati, sıfati ve esmai tecellilerini kestiği anda, hiçbir fiilin ve hareketin olamayacağını yakinen anlar. Allah’ın tecellilerini kestiği anda, şahsının yok olacağı şuuruna varır. Bunun idrakiyle, tüm varlığını Hakka teslim eder, gerçek manada “iradi ölümü” yaşar. Bu Peygamber Efendimizin “Ölmeden önce ölünüz” hadisi şerifi gereği mecburi ölüm gelmeden önce, iradi tercihle Hakka emanetini teslim etmektir.

“Vücudun kadar büyük günah olamaz” hadisinde vücud ile temsil edilen tüm varlığını gerçek sahibine teslim etmekle en büyük yükten de kurtulmuş olur. Teslim olmak, selamete ermek, Müslüman olmaktır. Varlığının tamamını Hakk’ın iradesine bırakmaktır.

“Sakın ha ölmeyin, ancak Müslüman olarak ölün” emri ilahisini daha bugünden yerine getirmiştir. Cenab-ı Hakk kulunun gaflet içerisinde ölmesine razı değildir. Ancak “Müslüman” olarak, yani teslim olarak ölmesine rıza gösterdiğini açık olarak yaşantısının idrakinin arttığı nefs mertebesi, safiye mertebesidir.

Bunun oluşabilmesi için kamil bir mürşide ihtiyaç vardır. Hızır’ın Hakka yakin bir durumdaki, haldeki çocuğu öldürmesi ayeti bu gerçeği anlatmaktadır. Çocuk Hakk’ın indinden yeni ayrılmış ve dünya yaşantısında nefsi henüz Hakk’tan ayrılmamış ve dünyadaki perdelerle nefsi perdelenmemiş, kirlenmemiş haldedir. Kısacası çocuk Hakk’tan yeni ayrılmış ve kirlenip perdelenmemiş nefsi temsil etmektedir. Zira ayette geçen “nefsin zekiyyetün” ibaresi işte bu tertemiz, arı, duru, saf nefsi temsil etmektedir. (kehf/54)

İşte yaşı kaç olursa olsun bir salik, böyle saf, tertemiz, arı, duru bir nefse sahip olduğunda, başka bir nefs karşılığı olmaksızın, nefsinin Hızır’ı olan Murşid-i kamil vasıtasıyla ölümü iradi olarak tadar. Yani “ölmeden önce ölünüz” hadisi şerifi Mürşid-i kamil tarafından kendisine tatbik edilir ve bu mertebeye ulaştırılır.

Bu arınmış, tertemiz nefsin Allah indinde kurtulmuş bir nefs olduğu şu ayetle vurgulanır: “Nefsi arıtıp, temizleyen kurtulmuştur” (Şems/9)

İşte bu safiye nefs, zekiye nefs mertebesindeki kişinin belirgin sıfatı, beşeri ve vehmi benliğinden tamamen soyunmuş olmasıdır. Ahlakı yokluktur, hiçliktir, yorumsuzluktur. Özelliği renksizlik, kayıtsızlıktır.

Kendini gerçek hüviyeti ile bir başka manada, bir başka alemde bulmasıdır. Geçici dünya şartlarını gönlünden uzak tutup dünyada yaşarken, ebedi aleme intibak etmenin başlangıcını hayat olarak sürdürmektedir.

Seyrine nefs-i emmareden başlayıp devam eden salik, nihayet nefs-i safiye mertebesine ulaştığında kendisinde, nefsinde çok büyük değişiklikler olduğunu idrak eder. Evvelce var zannettiği, tamamen kendine mal ettiği birimsel varlığının aslında hiçbir zaman var olmadığını bunun bir şartlanma, hayali ve vehmi bir mahsül olduğunu, kendi nefsinin ilahi hakikati olduğunu, kendisinin Hakk ile kaim olduğunun şuuruna varır. Allah’ın mülkünde ikiliğe yer olmadığını, görünen ve görünmeyen varlıkların O’nun zuhur mahalleri, tecelli yerleri olduklarını ve bunların kendilerine has varlıkları olmadığını idrak eder. Ancak bu düşünce ve yaşam bu mertebeye ulaşanlara has bir hükümdür. Kesret yani çokluk aleminde yaşayanlara göre değildir.

İşte bu idrak içerisinde “Bugün mülk kimindir?” sorusuna kendi öz müşahedesi ile “Vahid ve Kahhar olan Allah’ındır” cevabını, gerçek hükmü kararıyla nefsinde idrak ederek verir.

Kahhar ismi bütün ilahi isim ve sıfatları bünyesine alarak tecellilere son verme özelliğine sahiptir. Vahid olan Allah bu özelliği ile tüm alemlerdeki tecelliye son verip kıyameti yaşatma potansiyelindedir. İşte bu bilinçle kişi adeta bugünden kıyameti yaşar. Tecellilerin sona erdiği kıyameti adeta yaşar. Yine Allah’ın isimlerin hakkını vermesiyle başlayan ahiret alemini düşünür ve ahiret alemine bugünden hazırlanır.

Kahhar ismi, son kalan birimsel benlik artıklarınıda ortadan kaldırıp, nefsi tam bir safiyete ulaştırır. Bu safiyet ve arınmışlık, salikin tam ve mutlak öz yapısı ile kalmasıdır. O’da Hakk’ın kendisine Zatından, Zatıyla hibe ettiği hakikatidir. Zati İlimdeki ayan-ı sabitesidir, vücududa bu ayan-ı sabitesinin suretidir.

Bu mertebe çok değişik bir yaşam arzeder. Burada yaşanan hayatın sırrını, ancak yaşayanlar idrak ve muhafaza edebilirler. Bu da ancak Hakk’ın lütfuyladır. Bu halin bazı tehlikeleride vardır. İradesi güçlü olanlar Hakk’ın lütfuyla bu tehlikeleri yenerler.

Müslüman kelimesinin gerçek ifadesi; teslim olan, geçici vehmi benliğinden kurtulup salim olan, selamette olan, ilahi hüviyetini idrak eden manasındadır. Rabbımızın ikazı bizleri, hayali, vehmi ve birimsel varlığımızın emri altında iken ölmemizden kurtarıp, gerçek ilahi hüviyetimize, kimliğimize ulaşınca ölmemize rıza gösterdiğini belirtmesi içindir. Gerçekten nefsini bilmeden, ilahi hüviyetini idrak etmeden, kendini bulmadan bu dünyadan ayrılmak büyük kayıptır. “Ölmeden önce ölünüz” hadisine göre, mürşidinin himmetiyle bu emre uyan salik, kendini yorumsuzluk, kayıtsızlık, renksizlik içinde bulacaktır. Ne yapacağı, nasıl davranacağı konusunda fikir beyan edemez. Bu geçici çok kısa sürekli bir haldir.  Mürşid-i kamil kendisine varoluş nedenini hatırlatır. Bununda hakikati, özü Hakikat-i Muhammediye’ye dayanır. “Sen olmasaydın, sen olmasaydın alemleri yaratmazdım” kudsi hadisi ile kendine gelen salik, varlığının sebebinin “Vedud” ismiyle Allah’ın Peygamber Efendimize olan sevgisi ve “Bilinmekliğini sevmesi” nden kaynaklandığını anlayarak yoluna devam eder.

Bu gerçekler doğrultusunda şu ayetin gerçeğine ulaşır: “Peygamber, müminlere kendi nefislerinden daha yakındır” (Ahzab/6). Varoluş sebebini Hz. Resul (sav) kanalıyla Hakk’tan olduğunun idrakiyle, Kur’an ve Sünnet-i Muhammediye’den zerrece ayrılmamaya gayret eder. Ayrıca “Seni nefsim için seçtim” (Taha/41) ayetinin sırrına erip, Peygamberlerin hakikatlerine erer.

Peygamber Efendimizin “İnsanlar uykudadır, ölünce uyanırlar” hadisinin sırrı gün ışığı gibi açığa çıkar. Salik, varlığında olan her şeyin bu ilahi sevgi kanalıyla, Hakikati Muhammedi kanalından kendisine “Vehhab” ismiyle hibe edildiğinin şuuruna erer. Kendi bünyesindeki ve çevresindeki her şeyin, her zerrenin dahi hibe edildiğinin idrakini yaşar. Bundan gayenin “Allah’ın bilinmek istemesi” ve “koyduğu kurallara uyulması” olduğunun farkına varır. Bu idrak daha önceki mertebelerden daha üst düzeyde olan bir idraktir. Salik hemen Peygamber Efendimizin şu sözünü hatırlar: “Şükreden bir kul olmayayım mı?”. Salik bu emre uyarak kendi bünyesindeki ve çevresindeki her şey için şükür ve hamdü senalara başlar. Ve hemen aklına şu ayet gelir: “Rabbinizin hangi nimetini yalanlarsınız?” (Rahman/13) İrfan yolcusunun tek zerredeki nimeti bile yalanlayabilecek durumu zaten yoktur. Hemen bedeni ve ruhu ile şükür secdesi yapar. Beden olarak her zaman secde yapamasada Allah ne zaman kalbine gelse ruhen secdededir. Alemleri kendisi için yaratana hamd eder. Secdede anlarki, yaşamdaki gerçek şükür ve hamd, halini, tavrını, yaşayışını Kur’an ve Sünneti Muhammedi’ye ye uydurmaktır. Bütün bu gerçeklerin ışığında “Lâ ilahe illallah Muhammeden Resulullah” zikrini yapar. Zaten bu zikir vardır. Ancak bu mertebede, bu zikrin bilinci ve tefekkürü bambaşkadır. Zira irfan yolcusu Peygamber Efendimizin hakikati olan Hakikat-i Muhammedi’yi her mevcutta, her zerrede, kendinde ve alemlerde müşahede etmeye başlamıştır. O’na sevgisi bambaşka bir boyut kazanmıştır. Vehmi birimsel varlığının farkına varmış, Hakikat-i Muhammedi ve Hakikat-i İlahi’yeye ayna olan nefsiyle, Hakk’la ilahi hüviyetle dirilmişlerdir.

İşte bu gerçek yaşamdır. Peygamber Efendimiz bir hadisi şeriflerinde; “İlim ile diri (hayy) olan ebeden ölmez” buyurarak bu gerçeği ifade etmiştir.”Arz başka bir arza, gökler başka göklere değişip” “vahid ve Kahhar olan Allah’ın huzurunda” ilahi boyuyla (sıbgatullah) boyanmışlardır. Yani Allah’ın ve Resulünün ahlakı ile ahlaklanmışlardır.

Kişi bu mertebeyle, ilmini hem nefsinde hemde afakta (zahiri alemde) geliştirmek üzere ve bu müşahedelerini nefsine tatbik etmek için “beş hazret mertebe” lerinin tahsilini yapması uygun olur. Ancak o zaman kamil bir insan olabilir. Beş hazret mertebelerinde elde edilen ilimlerle, dış alemden kazanılan bilgiler, halka Hakkı cem etmesini kolaylaştıracak, nefse yeni ufuklar açıp nefsindeki ve afaktaki tüm bilgilerinin tek bir Zat’tan ve hakikatten kaynaklandığını aynel ve hakkel yakin idrak edecektir. Bu seyr sırasında Hakk’ın tecellilerine uyması ve bu suretle dünya ve ahiret yaşamına uygun olarak hayatına devam etmesi kolaylaşacaktır. Mutlak tevhide, tevhidi nefsinde bulma aşamasına ancak beş hazret mertebelerinin eğitimleri ile ulaşılır. Kesrette vahdet, vahdette kesret, kesret-vahdetin tek bir hakikate dayandığını ancak bu eğitimle yakinen anlar.

Bu makamla ilgili olarak Hz. Ali (kv) şöyle buyurmuşlardır:

“Seyr billah, “Lâ havle vela kuvvete illa billahil aliyyül azim” sözünün muktezasınca fenadan sonra bekaya seyirdir. Ve Allah Teala “Muhakkakki sana biat edenler ancak Allah’a biat etmektedirler” (Fetih/10) buyurmuştur. Yine Allah Teala “onları siz öldürmediniz, fakat Allah öldürdü onları…” (Enfal/17) buyurmuştur. Ayetin devamında “Attığın zamanda sen atmadın Allah attı” (Enfal/17) buyurulmuştur. Fakat “Allah öldürdü onları” sözü fenadan sonra beka olmadan sırf fena olduğuna işaret etmektedir. “Attığın zaman” sözüde fenadan sonra bekaya ve Allah’ın halifesi olduğuna işarettir.”

Seyri billah (Allah’la seyr) beş hazret mertebelerinin eğitim süresince devam eder. Tevhid mertebeleri afaktada (enfüstede eğitim sürerken) tahsil edildikten sonra Hakk’tan halka dönülür ve irşad vazifesi ile görevlendirilme istidadı olanlar görevlendirilir. Bu ise seyr-i anillah (Hakk’tan halka iniş seyri) tır. İşte bu nedenle hazret mertebelerin tahsilinden sonra gerçek bir kamil insan olunabilir.

Kişi nefsi natıkanın Hakkın bir hediyesi ve Kendisinin bilinmesi için kişiye verilmiş bir tecelli mahalli olduğunu idrak ettiğinde, nefsini Hakkın tecellilerine teslim eder. Bu teslim ediş o kişinin Müslüman olması ve tecellilere Hakkıyla nispet ederek abd (kul) olması demektir. Allah’ın Zatı Nefsinin bir aynası olarak verilen nefsi natıkasıda Hakk’a ait bir emanettir. Bu emaneti teslim etmesi onu Müslüman kılar, bu emanete devam eden tecellilerin hakkına riayet etmesiyle “abd” olmuş olur. Ve Hakkın “fedhuli ibadi ve vedhuli cenneti” (Fecr/29-30) hitabına maruz kalır. Kulluğa ve irfan cennetine alınmış olur.

Kişinin nefsi hakikatini bu şekilde tertemiz olarak Hakka sunmasının diyeti, karşılığı Allah’ın Zati Nefsinin, Zatının hakiki kul olarak zuhur mahalli olmasıdır.

Kehf/74 Ayette bir nefs (nefs karşılığı olmaksızın tertemiz bir nefs) in alınmasının bedeli ve diyeti Allah’ın Zati nefsine tecelli mahalli olmaktır. Zaten Allah’tan başka bir şey yoktur, ama bunu idrak edip, kendini nefsini Hakka teslim edeni Allah, kendi nefsine Zatına zuhur mahalli olarak seçerek, diyetide O olmaktadır. Bunu Musa (as)’a hitabında “Seni nefsim için seçtim” (Taha/41) ayetiyle buyurmaktadır. Ayrıca kudsi hadisdede Allah (cc) şöyle buyurmaktadır: “Beni bilen taleb eder… Beni taleb eden bulur… Beni bulan sever… Beni seveni öldürürüm… Bir kimseyi öldürürsem diyeti Bana düşer… Bir kimsenin diyeti Bana düşünce onun diyeti bizzat BEN olurum”

Söz konusu kudsi hadisde yukarıdaki gerçek ifade edilmekte. Buda ancak marifet yolu ile gerçekleşir. Hakkı Marifet-i Zat olarak, mutlak ahadiyeti yönüyle bilmek mümkün değildir. Marifet-i Sıfat yönüyle bilmek mümkündür. Buna göre marifet talebi gerektirir. Taleb ise bulmayı icab ettirir. Bulmakda sevmeyi gerektirir. Sevgide ölümü. Bu ölüm “fena” halidir. Ölüm ise diyeti icab ettirir ki bu da “beka” halidir. Diyet ise ancak aklı başında olana ödettirilir. Gerçekten öldürülmenin diyeti ancak öldürendir. Özellikle bu manaya şu ayeti kerime işaret eder: “Bir kimse, Allah ve Resulüne doğru yola çıkarda sonra ölürse, onun ecri Allah’a kalır” (Nisa/100)

Yani Zatı ile ona “beka” verir. Çünkü bu manada katil maktulün aynıdır. Hakikat değişmez. Zira hakikat birdir. Kesrete gelince, o bir takım akli, vehmi ve izafi nispetlerden ibarettir. Burada söz konusu ölüm ile kişi “Ölmeden önce ölünüz” hükmüyle fena bulmuş, Hakk ona diyet olarak “Hakk ile beka” kazandırmış olmaktadır.

“Bugün mülk kimindir?” sorusuna “Vahid ve Kahhar olan Allah’ındır” cevabını idrak ile vermek gerekir. Allah ismi camisi bütün ilahi isimleri bünyesinde cem etmiş, toplamıştır. “Vahid” oluşu açısından BİR ve TEK olup Allah’ı niteler. “Kahhar” oluşu açısından ise tüm ilahi isimleri zuhura çıkıp çıkmayacağı konusunda hükümran oluşudur. Dilerse ilahi isimleri zuhura çıkarır, dilerse bünyesinde, batınında tutar; zuhura çıkmaz. İşte Allah’ın, Vahid ve Kahhar oluşu bu nedenledir. Tek ve Bir olan Allah, ilahi isimleri zuhura çıkarmayarak, tecelli mahallinin hükmüne son verme özelliğine sahiptir. Bu ise o tecelli mahallinin kıyametidir. Varlığı ancak Allah’ın isim ve sıfat tecellilerine bağlıdır. İşte bu idrak ve anlayışa ulaşan kişi, “Mülk Vahid ve Kahhar olan Allah’a aittir” diyebilir. İşte bu şuurla bu ayetin yaşanması, bu ayetin o kişide müşahede haline geçmesidir. Daha bugünden “ölmeden önce ölünüz” hükmüyle bilinçlenmesine yol açar. Ve Allah’ın tecellisi ile yani Allah ile (billah) yaşamasını sürdürme bilincidir. O kişinin yaşamına aldığı gerçektir.

Nefsin hakikatinin Hakkın Zati sıfatları olduğunu idrak eden kişi, bu idrakiyle nefsinide Zata teslim eder. Nefsini idrak edebildiği kadar Hakkın Zatını idrak edebilmiştir. Ancak Mutlak Zatı ihata edemeyeceğinin şuuruna vararak Hz. Resulün (sav) “Künhü Zatını idrak edemedik” sözünün hakikatine ulaşır. Bu o kişinin fenasıdır.

İkinci idraki ise nefsi natıkasının Hakkın tecelli mahalli olduğunun idrakidir. Yani Allah’ın Zati Nefsindeki özelliklerin, nefsi natıka kanalıyla tecelliye mazhar olduğunun bu şekilde O’nu idrak ettiğinin bilincine varılmasıdır. İşte bu tecelliler ile, bu tecelliler sayesinde varlığının devam ettiğinin şuuruna varılmasıdır. Bu idrakle Allah ile (billah) mevcut olduğunun şuuruna varır. Bütün kuvvet, kudret, heybet ve azametin Hakk’a ait, Allah’a ait olduğunu itiraf eder “la havle vela kuvvete illa billah” ve “lâ ilahe illallah” tevhidlerini büyük bir idrakle zikreder ve Uluhiyeti Zatıyla TEK ve BİR İLAH olduğunu, uluhiyetiyle her zerrede hükümlerini yürüttüğünü idrak eder.

“İlahınız tek bir ilahtır” (Nahl/22)

“Sen gaybleri en çok bilensin” (Maide/116)

“O’nun misli (benzeri) yoktur. O semi ve basirdır” (Şura/11)

ayetleri ile “Seni hakkıyla sena edemedik, Sen nefsini sena ettiğin gibisin” hadislerini yakinen müşahede eder.

Allah’ın nefsimize, Nur ismi ile tecelli ederek aydınlatması ve nuru baki kılması; Alim ismi ile tecelli ederek ilimleri idrak etmemizi kolaylaştırması; Fettah ismi ile tecelli ederek bu ve bundan sonraki hakikatleri keşfetmemizi sağlaması dua ve niyazıyla… AMİN.

Ziyaret Bilgileri
Aktif Ziyaretçi2
Bugün Toplam238
Toplam Ziyaret840902
Hava Durumu
Saat
Takvim